13.Bölüm ☀ Kuzey.

186 11 10
                                    

Fısıltılar...

Gökyüzünü bir bıçak gibi ikiye yaran şimşeğin ardından yayılan o müthiş gürültü ve gürültünün arasına karışmış fısıltılar...

Her bir uzvundan amansızca kan akan bir adam.

Adamın başında bir kadın,

Ve kadının da elinde bir kadeh, içi dolu intikam...

Adam her bir çığlığında görüyordu, kanlı gölgesini.

Korkuyordu o kadından.

Çünkü o kadının gözleri, korktuğu bir renkti.

O kadının gözleri, intikamın yeşil renkli gölgesiydi.

Katilimi tanıyordum. Öldürülen kurbanların katilini tanıyordum. Günler ve hatta geceler boyunca, ölümlerinin ardında kalan hikâyelerini dinlerken, annelerini teselli ederken... Onlara, çocuklarının katledildiğini söyleyemediğim kişilerin katilini tanıyordum.

Ağırlığını bir terazi yardımıyla ölçmeye kalksam, yükünü bindirdiğim terazinin bir tarafının çökeceğini biliyordum. Tanrı katında adaletsiz olan bu duruma, Tanrı bile elini sürmüyordu.

O kadın... Gecenin koynunda kan ile sevişiyorken, dudaklarından dökülen her bir histerik kahkahasında, bir insan acımasızca katlediliyor ve bu dünyaya veda ediyordu.

Bedenime dokunan bir el, hislerime tekrar kavuştuğumu söylüyordu. Suratıma vuran ılık rüzgarın ardından küçük bir ışık huzmesi, iliklerime doldu. İçerisi sıcaktı. Dışarıya rağmen içerisi sıcaktı ve karnımda hissettiğim acı, gözlerimi açar açmaz kendini göstermeye başlamıştı.

Uyanmıştım. Hala bir şeyleri hissediyor olmak, yaşadığımın bir göstergesiydi. Ayaz'ın sesini duyuyordum. Göz kapaklarımı yavaşça aralanırken, ses gittikçe netliğini kaybediyordu. Bu sesi tanımıyordum. Zihnim, karanlık odadaki dosyaları bir meşale yardımıyla arıyorken, sesin sahibini bulduğunu söylüyordu.

''Günaydın Dedektif.''

Sesin sahibi, Kuzey Cerrah'tı.

Gözlerimin karşılaştığı ilk manzara bu değildi. Ahşap nişlerin bulunduğu bir duvar ünitesi karşılamıştı beni. Akabinde Kuzey, elinde tuttuğu sargı bezini hemen önünde bulunan gümüş renkli masaya bıraktı. Üzerinde sadece göğsünü ve kollarını kapatan siyah bir bluz olduğunu fark etmiştim. Yerimden kalkmak için hareket edeceğim sırada bir el hareketiyle beni durdurdu.

Eli, elimin üzerine değdiğinde, gözlerim gözlerine birkaç saniye takılmıştı.

O zaman anlamıştım gözlerindeki ifadeden, bu adam asla katil olamazdı.

Bir meleğin kanatlarını üzerine elbise olarak giyinmiş bu adamın gözlerinde, halen daha geçmişin nükteleri vardı. O halen daha Başak Cerrah'ın küçük oğlu, Kadir Cerrah'tı. İnsanları bile isteye öldürebilecek bir katil değildi.

Masada duran beyaz renkli fincanın içinden bir yudum aldığı sırada yorgun ve kırmızı damarlı gözlerini bana çevirdi. Herhangi bir apartman dairesini andıran bu evin, güzel kırmızı perdeleri vardı. Üzerinde yattığım kanepe beyazdı. Öyle ki kanım üzerinde leke yapmıştı. Kanepeye sürülen kan lekesine baktığımda, kaşlarımı çattım. ''Ben ölmüştüm.'' diye fısıldadım. Sesim berbat çıkıyordu.

Güldü. ''Tanrı değilim ve seni geri getirecek bir güce de sahip değilim. Bu yüzden ölmedin, kendin geri geldin.''

Üzerimde bulunan koyu bordo renkli kazağı bir hamlede yukarı doğru sıyırıvermişti. Gözlerimi karnımda yer edinen kurşun yarasına çevirdim. Aradan kaç gün geçmişti bilmiyordum fakat yara, ilk gün ki korkunçluğunu korumasa bile yeterince kötü gözüküyordu. 

İntihar Süsü.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin