Bölüm şarkısı yukarıdadır.
☀
Kapının ardından bana sunulan manzara, bomboş bir odanın gösterisiydi. Sanki ünlü bir ressam, bu odanın içerisindeki her bir nesneyi fırça darbeleriyle çizmiş, sonrasında burayı terk edip gitmiş gibiydi.
Elimdeki silahı güçlükle kavrarken, içeriye doğru bir adım atmam ile silahımı sağa doğrultmam bir olmuştu. Karşımdaki vazo bile hedefim olabilirdi. Eski anılarımda; bir delil uğruna, baskın adı altında gittiğimiz olay mahallinde, bir vazonun dış kısmına yerleştirilmiş patlayıcıyı son anda fark etmemiş olsaydık... Bugün ben, Faruk ve Ayaz yaşamıyor olabilirdik.
Vazo ile göz göze geldiğimizde duraksadım ve silahımı aşağıya doğru indirdim. Oda, hayal kırıklıklarıma tercüman olurcasına bomboştu. İçeriye doğru attığım birkaç adımdan sonra beni kırmızı kadife örtülü bir yatak karşılamıştı. Hemen başlıklarında bulunan ve çoğu yere devrilmiş, üç dört tane bira şişesi ve ruj lekeli kahve bardağı vardı. Kuzey, burada değildi.
Düştüğüm yanılgının içerisinde derinlere inen bir paradoksa merdiven tutuyorken, gözlerimi kapatıp derin bir iç çektim. Öfkenin bedenimi ele geçirmesine izin verirsem şayet içimdeki bombanın pimini çekmiş olur ve her şeyi berbat edebilirdim.
''Tanrım, ne aptalım ama!'' diye iç geçirdim. ''Burada tükettiğim vaktin yarısını dışarıda geçirseydim, belki de onu bulabilirdim!''
Gözlerim, bir mercek gibi ısrarla odayı taramaya devam ediyordu. Ona dair bir ize rastlamak, ona ait bir eşyayı bulmak istiyor fakat hep bir yanılgıyla sonuçlanıyordum. Yere kadar uzanan pencerenin perdeleri yoktu. Hatta camlardan birisi çatlaktı. Hemen pencerelerin sonunda kalan açılmamış iki kapı daha vardı. Biri muhtemelen banyoydu, diğerinin ise ne olduğunu kestiremiyordum.
Her ihtimale karşı cebimde bulundurduğum eldivenleri çıkarttım ve parmaklarımdan geçirip, solda duran ahşap kapıyı açtım. Beni karşılayan şey, göz yoran bir boşluktu. Odanın içi bomboştu ve nesneye benzer hiçbir şey yoktu.
Silahımı, doğrulttuğum yerden çektim ve diğer kapıya yöneldim. Kapının kolunu aşağıya indirip açmamla, keskin bir kan kokusunun burnuma dolması bir olmuştu. Bu kokuyu tanıyordum.
Senelerdir aşina olduğum bu koku, bana ölümü hatırlatıyordu. Zehirli bir içkiden aldığımız her yudumda çürüyen hayatımızı ve ölümün ıssızlığına kurban giden bedenlerimizi anımsatıyordu. Kan, beynimde değişik sahnelerde kendisini gösteriyordu. Her bir cinayet sonrası üzerime kalıcı bir parfüm gibi sinen bu koku, uzun yıllar üzerimden çıkmıyordu.
Ve tabii ki bunun yanı sıra, soluk yeşil gözlerimin tanıklık ettiği o ceset manzaraları da...
Bu seferki hepsinden çok farklıydı. Bambaşka bir görüntü ve bambaşka bir sahneyle karşılaşmıştım. Krem rengi fayans zeminde, bir fırça darbesi atılmışçasına uzanan kan lekelerine basmamak için özen gösteriyorken, gözlerim bir dehşet ile karşı karşıya kalmıştı.
Bedeni tamamıyla çıplak olan bir kadın, krem renkli küvette boylu boyunca uzanmıştı. Kahverengi gür saçları küvetin bir yanından sarkıyorken, bir bileği karnında diğeri ise küvetten aşağıya sarkıyordu. Bileklerinden damlayan kan, kum saatini andırıyordu.
''Muhtemelen kan kaybından öldü.'' diye düşünüyordum, boğazındaki kesiği görmeden birkaç saniye öncesine kadar... Temkinli ve dikkatli adımlarla yanına doğru ilerlerken, dudaklarımı birbirine bastırdım. Tanrım, bu denlisi gerçek anlamda korkunçtu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntihar Süsü.
General FictionTanrı diyor ki aranızda dolaşan katiller var... Sizlere ip ucu verdim, işte onlar! Gözlerinden akan zehri saklayamayanlar ve saklayamadıkları için gözleri o renk olanlar... Zehir yeşili olanlar!