Dipnot: Multimedia gerçek kamera arkasıdır.
☀
Ve silah gürültüyle patlamıştı.
Zihnimdeki ışık patlamasına eşlik eden şeyin, muhtemelen vücudumun herhangi bir uzvunda hissedeceğim acı olduğunu düşünüyorken, bu senkronizasyonu bozan şey; başka bir nefesten dökülen acı dolu bir inleme sesi olmuştu.
Hemen ardından bir bedenin, güçlü bir şekilde yere çakılma sesi...
Ölüm meleğinin ayak seslerini işitiyordum. Sanırım gelmişti.
Kan, etrafa o kadar hızlı yayılıyordu ki daha geçen ay severek aldığım Balenciaga botlarım, yerde bulunan kan ile ıslanmıştı. Gözlerimi açtığımda, karşımda dikilen adamın daha deminki adam ile aynı olmadığını fark ettim.
Kuzey, ilk defa bir katil gibi gözlerime bakıyordu.
Namlusu halen daha benim üzerimdeydi. Veya durun, belki de bu bir göz yanılsamasından ibaretti. Elinde tuttuğu çerçeveyi gittikçe daha çok sıkıyorken, nefesini gürültüyle dışarıya bıraktı ve silahını yavaşça aşağıya indirdi. Önümden bir rüzgâr edasıyla geçerken, TV ekranında hâlen daha dönüp duran videoya baktım. Annesi gülümsüyordu ve Kuzey, kapının eşiğinden seri adımlarla geçiyordu.
Korku bütün vücudumu bir sarmaşık misali sarıyorken, yere baktım. Gerçek anlamda korkunçtu. Gözlerim tekrardan kapıyı bulduğunda, onun gerçek bir katil olduğunu bir kez daha anladığımı hissettim.
Verandayı büyük bir hızla geçiyorken, üzerime kapattığı kapıyı gürültüyle açmış ve neredeyse koşar adımlarla Kuzey'in yanına gelmiştim. Buraya gelirken kullandığımız son model siyah renkli arabasının kapısını açtığında, gözlerimiz birkaç dakikadan sonra ilk kez buluşmuştu.
Tanrı biliyordu... Şu an bu solmuş bahçenin kasvetliğinde kalmak bir yana dursun, Kuzey'in yanında bir saniye dahi durmak istemiyordum. Amacım, yeşil gözlüleri öldüren katili öldürmekti. Bu yolda Kuzey ile nasıl devam edebileceğimi kestiremiyordum.
Kuzey, tek kelime etmeme fırsat vermeden göz temasını kesip arabaya bindiğinde, eli havada asılı kalmıştı. Arkama baktım, ormanlıktı. İstesem şu an gidebilirdim. İstesem onu öylece bırakır, İstanbul'a... Ayaz'ın yanına dönebilirdim.
Arkamı döndüğümde, Rusya'nın korkunç soğuğu suratımı kesmişti. Rüzgâr tüm şiddetiyle esmeye devam ediyorken, önümde gelişigüzel uzanan patika yola baktım. Tam bir adım atmaya yelteniyordum ki... Buruk fakat bir o denli keskin ses, kulaklarımda çalındı.
''Dedektif? Gelmiyor musun?''
Sahi, günün birinde beni öldürmeyeceğini nereden bilebilirdim? Omuzlarımda hissettiğim baskı, beni ona dönmeye zorluyordu. Omzumun gerisinden ona baktım, yokluğumda Ayaz'a zarar verebilir miydi?
Dirseğini arabanın üstüne yaslamış, gözlerimin içine ruhsuz bakışlar atmaya devam ediyordu.
''Bir anlaşma içerisinde olduğunu unutuyorsun. Benimle gelmek zorundasın. Bin şu arabaya.''
''Kuzey-''
''Açıklama yapma. Soru da sorma. Sadece sesini kes ve otur.''
☀
İpek kırmızı kumaşın parmaklarımdan kaydığını hissettim. Askıda duran elbiseyi yatağa gelişigüzel fırlatırken, Kuzey: ''Hazır mısın?'' deyip kapıyı tıklatmıştı.
Yaklaşık birkaç dakika içerisinde kırmızı elbiseyi bedenime geçirmiş, dağınık duran saçlarımı ellerimle düzeltiyordum.
''Neredeyse.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntihar Süsü.
Ficción GeneralTanrı diyor ki aranızda dolaşan katiller var... Sizlere ip ucu verdim, işte onlar! Gözlerinden akan zehri saklayamayanlar ve saklayamadıkları için gözleri o renk olanlar... Zehir yeşili olanlar!