☀
Gözlerimi açtım.
Soğuk, arsız bir hırsız gibi bütün uzuvlarımda yer edinen hisleri çalarken, başımın sol tarafında beliren ağrı, suratımı ekşitmemi sağlamıştı. Gözlerimi açar açmaz gördüğüm ilk şey, güneşin ışıklarıyla aydınlanmış yıldızsız bir gökyüzüydü.
Üzerinde uzandığım zemin, topraktı. Gözlerim etrafı bulduğunda, kendi bahçemde çimlerin üzerine yattığımı fark etmiştim. Çimler ıslaktı, yağmur mu yağmıştı? Uzandığım yerden doğruldum. Başımdaki keskin ağrı, şiddetini tüm esefliğiyle koruyordu. Olası bir sessizlik bahçeme çökmüştü. Bir an beynime dolan anılar, zihnimi kurcalıyordu.
Buraya ne ara gelmiştim? Hatırlıyordum, en son babamın odasında günlüğüne göz atarken, kâğıda yazılı önemli bir tarihe rastlamıştım. Peki ya babamın odasından, bu bahçeye kadar nasıl gelmiştim? Bu kısmı hatırlamıyordum...
En son kâğıtta okuduğum korkunç bir gizemin nükteleri zihnimde yankılanıyordu. Muhtemelen yaşadığım şokun etkisiyle hava almak için bahçeye çıkmış ve panik atağımı tetikleyen bulgular yüzünden, bayılmıştım. Bu durumun başka bir açıklaması olamazdı.
Ellerimi saçlarımda gezdirdiğimde, dağılmış ve hafif nemli saçlarım omuzlarıma dökülmüştü. Açık olan pencereden, mutfağın içine girdim. Mutfak boştu ve Lyuha ortalarda gözükmüyordu. Zihnimi kurcalayan şey, kâğıtta yazılı olan tarih, 26 Ekim 1996 yılında ne olduğuydu. Babam bu işe neden ve nasıl karışmıştı?
☀
Neredeyse her ay rutin olarak yaptırdığım kan tahlili için laboratuvara inmiş, sonra ise odama geri çıkmıştım. Gaye'ye; bugün sonuçları beklemek için fazla vaktim olmadığını, işlerimi bitirdiğimde sonuç kağıdı bana gönderebileceğini söylemiştim. Herhangi bir tehlikeye karşı hepimiz, her ay kan tahlili oluyor ve kanımıza bulaştırılan bir şeyin olup olmadığını teyit ediyorduk.
Odama geleli yaklaşık bir buçuk saat olmuştu. Mavi kapaklı dosyayı yerine bıraktığımda, gözüm bir diğer dosyaya takıldı. Kahve fincanımı gürültüyle masaya bırakmış ve bir diğer dosyayı önüme çekmiştim.
Tuğrul Dağlı dosyası. 12.03.1996
Saatlerdir 1996 yılına ait bütün dosyaları inceliyor olmama rağmen, tatmin edici bir sonuca varamıyordum.
Tuğrul Dağlı dosyasında, diğer dosyalara nazaran dikkatimi çeken birkaç detay vardı. Adam, yazılanlara göre otuz beş yaşında bir bilgisayar mühendisiydi. Dalını başarıyla tamamlayan adamın öyküsü oldukça ilginçti.
Annesine tecavüz eden adamları, küçük yaşta evde bulduğu silahla öldürmüş ve daha sonralarında insanları öldürmenin bir tutku olduğunu söyleyip, türlü planlar kurgulamaya başlamış ve en sonunda önemli bir bakanın canına kast etmişti. Kürsü salonunda bulunan laptopun içine gizlice yerleştirdiği patlayıcı bir çip sayesinde, tarihe kanlı imza atmayı planlayan Tuğrul Dağlı'nın nasıl öldüğü, dosyada yazmıyordu.
Babamın bulunduğu istihbaratı bu yüzden sevmiyordum. Bazı gerçekleri kendilerinden bile gizliyorlardı. Kimin nasıl ve neden öldürüldüğünü çoğunlukla belirtmiyorlar, kendilerine kurduğu ütopyada yaşıyorlardı.
Bütün dosyaları incelemiş olmama rağmen, babamın ne anlatmak istediğini bulamamıştım. En son 02.10.1996 yılına ait olan bir dosya vardı. Bu dosyanın babam için çok değerli olmadığının farkındaydım. Zaten birkaç sayfası boştu. O sayfadan sonra bir araştırma emri çıkartıldığına dair bir belge vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntihar Süsü.
General FictionTanrı diyor ki aranızda dolaşan katiller var... Sizlere ip ucu verdim, işte onlar! Gözlerinden akan zehri saklayamayanlar ve saklayamadıkları için gözleri o renk olanlar... Zehir yeşili olanlar!