-Jimin-
(Park Jimin'in Evi)
Sabah gözlerimi açtığımda o yine yanımda değildi. İşime geliyordu açıkçası, berbat bir gecenin getirdiği rehaveti tek başıma omuzlamak hoşuma gidiyordu. Biraz ağlıyor, biraz kusuyor ve zaten yorgun olan bedenimi yine uykuya teslim ediyordum. Gözlerimin gördüğü tek pislik benim ruhumun, benim bedenimin olsun istiyordum. Pislik derken geceyi -ah pardon, her geceyi- geçirdiğimiz o barda, ki bar demeye bin şahit ister, üzerime sinen sigara dumanından, uyuşturucu kullanıp bilinçsizce üzerime kusan insanlardan, sevgilimin -ah ne sevgili ama- üzerime kustukları için gözü dönüp o çocukları hala yaşıyor olup olmadıklarından şüphe ettirene kadar haşat edip üzerime bir de kan bulaştırmasından bahsetmiyorum. Adının baş harfini bile duyduğumda midemdeki kelebeklerin arı olup beni sokmaya başladığı, benim adımı hatırlayamadığı -daha doğrusu yanlış hatırladığı- halde inleye inleye üzerlerinde kan kurumuş elleriyle bana dokunan, leş gibi alkol kokan nefesinin arasından süzüldüğü dudaklarıyla dudaklarımı parçalayana kadar öpüp ayıldığında bunu kendisinin yaptığını hatırlamayan ve bu yüzden daha da çok içen, içtikçe beni mahvedene kadar döven, tabiri caizse -caiz ne demek be- ağzımı burnumu kıran canım sevgilimden, Namjoon'dan bahsediyorum.
En başında biz böyle bir çift değildik aslında. En başında bir çift de değildik hatta. O, Namjoon, abim Jin'in sevgilisiydi. Hani şu bar diye bahsettiğim yerde tanışmışlardı. Abimin öyle alkolü, uyuşturucusu, kavgası filan yoktu. Öyle bir yerin üstünden uçakla geçecek kadar cesareti bile yoktu desem yeridir ama kader ya işte, fakültede Namjoon'u görmüş -o zamanlar benim için Namjoon Hyung'tu- o okuldan çıkınca gittiği yere kadar takip etmiş. Abim çok yakışıklıydı, herkesin büyük göz sevmesinin aksine onun kahkaha atarken kısılan gözleri onu daha da yakışıklı yapardı. Tabi onu takip edip bara girince birçok kişi askıntı olmuş. Namjoon'un yanına gidip insanların ona yanaştığını, böyle şeylerden hoşlanmadığını, kaybolduğu için yol sormak amacıyla bu bara girdiğini, telefonunun şarjının bittiğini ve kimseyi arayamadığı için birinin telefonunu kullanabileceğini düşündüğünden buraya geldiğini, -evet evet abim heyecanlanınca çok ve hızlı konuşurdu ve bunlar onu ele verirdi- en azından bir şarj aleti bulana kadar insanların ona yanaşmaması için onunla oturup oturamayacağını sormuş. Namjoon o zamanlar şimdiki gibi kaba değildi, kabul etmiş. O akşam baya vakit geçirmişler, abimin ilk akşamki saflığına aşık olduğunu söylerdi hep.
Onlar mükemmel bir çiftti. Düzeltiyorum. En başta onlar da mükemmel bir çiftti. Tek sorun, yer altında böyle şeylerin hoş görülmemesiydi. Onların birlikteliklerinden çok abimin bir "anne kuzusu" ya da "süt çocuğu" olması sorun yaratıyordu. Abimin sürekli pembe giymesi, kendini asla savunamaması, ister istemez içenlere biraz iğrenerek bakması ona atılan lafların ardı arkasının kesilmemesine sebep oluyordu. Namjoon çok olmasa da alkol alıyordu ama sevgilisine söylenen lafların öfkesini o denli az miktar alkolle atamadı. Bir şişe oldu iki, iki oldu sana dört, dört sizin güzel hatrınız için bir kasa oldu. İlişkileri yine de sevgileri her gün artarak devam ediyordu. Yer altındakiler onları böyle yıldıramayacaklarını anlayınca önceden de bahsettiğim, orada pek hoş karşılanmayan geylik söylemleriyle onları yaralamaya çalıştılar. Bu sefer Namjoon uyuşturucuya başlamış ama abim onun tarafında olup ona kalbini açmayı bırakmamıştı. Uyuşturucu alınca kendini kaybetmesinden olacak ki, Namjoon'un boş anlarında oradakiler abimi evire çevire dövüyor, eve her seferinde her yeri mor, dudağı ve kaşı patlamış olarak geliyordu. Bir gün bunlara dayanamayıp o sikik -çok özür dilerim aslında böyle biri değilim- o sikik barın tuvaletinde intihar etti. Etmiş. Görmedim. Abim ölene kadar o bara adımımı dahi atmamıştım. Namjoon da görmemişti. Görememişti. Bakmak istememiş, bakamamıştı. Son hatırladığı şey pembe sweatshirtün yavaşça kırmızıya döndüğü ve barmenin onu çıkarıp götürdüğüydü. İşte böyle öldü benim abim, birkaç homofobik orospu evladı yüzünden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Back Off | Yoonmin
FanficHoseok gün ışığı gibiydi. Parlak, iç ısıtan, aydınlık... Jimin ise ay ışığı gibiydi. Sürprizlere gebe, sessiz, sakin ve biraz karanlık. Yoongi'nin gözleri ışıktan kamaşmışken, gecenin dinginliğini ona huzur verebilir miydi? Siyahı mı severdi, beyaz...