18.Bölüm

69 8 10
                                    

"Canın acıdığında sessiz kalmanın işimize yaramadığını daha kaç kez söylemem gerekiyor Ece!? " Sadece susuyordum. Belki haklıydı, canımın acıdığını söylemeliydim. Ama o an onu dert edecek durumda değildim.

Elinde tuttuğu gazlı bezin üzerine batikon döktü. Beyazdan kahverengiye dönen bezi boynuma bıraktığında, içindeki alkolün yanık cildimden jilet kesikleri gibi girdiğini hissediyordum. Bir bez daha ıslattı Emre ve onu da koydu. Acıyı daha az hissetmek için gözlerimi sıksıkı kapatmış ve dişlerimi sıkmıştım.

Gözlerim kapalı olmasına rağmen, bana baktığını hissedebiliyordum. 6. his gibi bir şeydi, görmüyordum ama karşımdaki hareketlerini hissedebiliyordum. Bir bez daha koydu boynuma, gözlerimi daha çok sıktım. "Baştan söyleseydin bunları yaşamazdın."

''Sen baştan kendini hareketlerine hakim olsaydın bunlar zaten yaşanmazdı.'' Batu'nun ağzından çıkan bu kelimeler ikimizi de şaşırtmıştı. Bir bakıma, haklıydı aslında. "Sen karışma." dedi Emre. Teslim olurmuş gibi ellerini yukarı kaldırdı Batu ve bir adım geriye çıktı.

"Gerçekten, kendini sıkacak kadar çok acıyor mu?" diye sordu alay eder gibi. Hep böyleydi, bana sanki onun aşağılama mekanizmasını çalıştırıyormuşum gibi davranıyordu. "Rol yapacak halim yok heralde." Sesimde duygudan eser yoktu. Keskin nişan alınarak fırlatılmış bir ok kadar düzdü. "Cidden, muhtemelen ben gelmeseydim o an çoktan öpmüştün kı-"

Emre sinirden kömürden daha da siyaha dönmüş alev alev yanan gözlerini Batu'ya çevirdi ve dişlerinin arasından "Batu." dedi sözünü keserek. "Yalansa yalan de abi. İçine düşmüştün ya, kim bi-"

"Batu sus." Sinirlendiğinde yaptığı gibi dişlerinin arasından konuşuyordu. Bir batikonlu bez daha koyduktan sonra boynuma, arabanın arka kapısını yine sertçe kapattı ve yola kaldığı yerden devam etti.

Tekrar başımı yasladım cama, yolu izledim.
O çok karışıktı. Belki sevmiyordu ama içimden bir ses seviyor diye sayıklıyordu. Yorgun düşmüştüm.

Kaslarım eriyor gibi, beyim iflas ediyor gibiydi. Çok değil, bir kaç dakika sonra diğerlerine göre kaz tüyünden yapılmış yastıklara düşüyormuş hissi veren ama beni çivili yataklara düşüren uykunun pençesine düşmüştüm.

Ellerimde dirseklerime kadar ulaşan deri eldivenler vardı. Ellerim suratıma gitti. Yüzümün yarısını kaplayan, sadece gözlerimin üzeri açık olan bir maske takıyordum. Saçlarım dağınık bir topuzdu. Üzerime baktım, siyah bir elbiseydi. Dekoltesi vardı ve yanıklarım bariz belli oluyordu. Göğüslerimin üzerinden karnıma inen derin yanık izleri. İstemsizce ellerim göğsüme gitti.

Aniden omzumun üzerine bir el kondu. Sadece bir eldi, ama tonlarca yük taşıyormuş gibi ağırdı. Kim olduğunu görebilmek için kafamı çevirdim. Emre, gülümsüyordu. Bir anda bulunduğumuz odayı eksi derecelere inmiş bir soğuk sardı. Tüylerim diken diken oldu ve ürperdim. Kollarını omuzlarımın üzerinden geçirdi ve maskemi çıkardı. Hala gülümsüyordu.

"Korkma, sadece bakacağım." dedi Emre ve omuzlarımın üzerindeki kollarını çekip göğüsümü kapatan ellerimi indirdi ve tuttu. Gözleri yanıklarımdaydı. Ellerimi bıraktı ve baş parmağıyla yanıklarımın başladığı yere dokundu. Parmağının uçu alev alev tutuşan çakmak gibi canımı yaktı. "Emre, dokunma acıtıyorsun."

Sesimi zar zor çıkarmıştım. Parmağını çekmedi, yanık izlerini takip ediyordu aşağı doğru. Gözlerimi göğüsüme çevirdim, parmağının geçtiği yerler kelimenin tam anlamıyla yanıyordu. Kendimi durduramamıştım. Bağırmaya başladım, şimdiye kadar yaşadığım en büyük acıydı.

Sessizliğin SesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin