19. Bölüm

69 6 9
                                    

''Eğer o tabiri kullanmak istiyorsan evet, senden orospu olmanı istiyorum.'' Belki, bir başkası  şu an yerimde olsaydı korkardı. Ama ben, biraz olsa da seviniyordum. Bu aksiyonsuz, durgun ve üzücü hayatıma bir gecelik olsa da biraz adrenalin katılacaktı. İstemsizce bir gülümseme oluştu suratımda. Bu çok sıra dışıydı. "Planımız ne peki? Yani öylece orada durup bir yerlerimi açmam için göndermiyorsunuz beni."

Ellerini parlayan koyu kahverengi saçlarından geçirdi. "Arkadaki odaya doğru giderken, hızlı ilerlemeniz gerekiyor. Bu nedenle oraya varmadan elbisenin eklerini sökmelisin. Birde ayakkabılarını değiştireceksin. Bunun için oraya gitmeden önce arabaya uğrayacaksınız."

"Ayakkabılarımı neden değiştiriyorum?" diye sorduğumda bana cahilsin diye bağıran gülüşlerinden atmıştı. "Sen daha önce stiletto giyen orospu gördün mü?"

"Hayır, ama bu kadar bildiğine göre sen çok orospu görmüşsün." Batu'nun gözleri büyümüştü. Muhtemelen benden böyle bir laf beklemiyordu. Doğruyu söylemek gerekirse, bende kendimden beklemiyordum. Ben, sadece onu o şekilde hayal etmeye, düşünmeye katlanamıyordum. Onun gibi değerli ve en ufak detayına kadar güzellikle yaratılmış bir vücuda 5 para etmez kişiliklerin dokunmasına, dayanamıyordum.

Daha önce bunun gibi insanlarla haşır neşir olacak birine benzemiyordu ama, içinde gizlenen bir parçası belki de böyle biriydi. Söylediğim bu lafın ardından, yüzünden bir saniye bile ayrılmayan alaycı ve küçümseyen gülümseme bir anda ciddiyete dönmüştü. "Bu işi batırma, Ece. Seni seçtim diye pişman olmak istemiyorum." Sesindeki tehditkar tını...

Bir anda ayağa kalktı ve Batu'yu da kolundan tutarak kaldırdı. "Nereye?" Parmakları kapı kolunu kavrarken, "Duş al, sonra konuşacağız yine." Diye mırıldandı ve kapıyı sert bir şekilde çarptı.

O, o kim olduğunu zannediyordu? Birkaç olay için ona yardımcı olduğumdan patronum olduğunu falan mı? Bu hiç de adil değildi. Bazen beni gerçekten saniyler içesinde sinirlendiren tek kişiydi o. Küçük bir çocuk gibi kaçıyordu. Hislerini kapılarını çarparak kapatıp, kaçabildiğini sanıyordu.

Üzgünüm bayım, ama kaçış yolu yok.

Başımı ellerimin arasına aldım ve gözlerimi kapattım. Vücudumda o kadar açık yara varken, neden kalbim acıyordu? Aptal bir şey aşk, çok aptal.

Bazen seviyorsun, hemde köpek gibi. Ama bazen, elinde silah olsa önce ona sonra da kendine ateş edeceğin bir şekilde sinir ediyor seni. Ne kadar da, aptal.

Kafamdaki fırtına alarmları kulaklarımda çınlıyordu. Kalbimin şairi elinde tuttuğu tüyü her saniye mürekkebe batırıyordu. Bulduğu boş kağıtları, boş kafamdaki dolu sözlerle karalıyordu. Sadece 'O'ndan oluşan sözler. Ara sıra çok sinirlensemde, aşktı bu. Her şeyine aşıktım ben. Bazen güzel, bazen kötü duyguların şairiydi o.

Siz bayım, en karmaşık duyguların pezevengisiniz.

Hepimizin elinde olmayan şeyler vardır. Benim elimde herşey varken, hala tek eksiğim onun elleriydi. Kenetlenemeyen parmaklarımız, fırtınamın ufak bir hayaliydi. Geceleri nadiren kapattığım gözlerime konan buseler, belki sadece kahrolmam için bir sebepti. Herşeye rağmen, kendimi umutsuz hissettiğim zamanların birinde bileğime dayadığım jilet izlerini unutturuyordu bana.

Afedersiniz bayım, sanırım yanınızda olmam biraz da olsa ruhuma iyi geliyor.

Ama şimdi, kahramanlar değişmiş gibiydi. Aşkı için kendini yerden yere vurmaya bile gücü kalmamış ben, aşık olduğu adamın işlerine burnumu sokuyordum. Bedenimdeki endorfin eksikliği yerini adrenaline bırakıyordu. Aşk yine yapacağını yapıyordu. Aşk, aptal.

Bayım, sanırım kırık kalbim sizi seviyor.

Ağır adımlarla kendimi odanın içerisindeki banyoya attım. Bir kez daha, aynadaki Ece Peker çok başkaydı. Teker teker boynumdaki gazlı bezleri çıkarttıktan sonra çöpe attım. Oda genel olarak siyah ve gri tonlarından oluşuyordu. Normalin aksine parlak siyah küvet her şeyi tamamlıyordu. Küvet olmasına rağmen duşa girmek daha uygundu.

Üzerimdeki ceketi çıkarttım ve içine koyduğum sigara paketi yere düştü. Bir süre öylece baktım, içmeli miyim yoksa aldığım gibi çöpe mi atmalıyım?

Ne olabilirdi ki? Kutudan çıkardığım bir dal sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirdim ve çakmakla yaktım. Çok değişmiştim, bundan bir ay önce bana tereddütsüz sigara içeceksin deselerdi, asla inanmazdım.

Sigaramı söndürüp üzerimdekileri çıkardıktan sonra tekrar gözüm aynaya çarptı. Kesinlikle kilo vermiştim. 500 gram gibi ufak bir rakam değil, daha çok 3-4 kilo gibiydi.
Belimden ayak bileklerime kadar her yerim az da olsa incelmişti.

Kafamdaki şehirin her sokağında cinayet işlenmişti. Biri, tüm duygularımı katletmiş ve leşlerini öylece kaldırımda bırakmıştı. Caddelerde oyun oynayan, kalbi saf çocuklar katledilmiş duygularıma ağlamıştı.

Telefonumun listesinden rastgele açılan bir şarkı, sözleriyle içime işliyordu.

Gecen uzun yolların dar
Dört yanında ördüğün duvarlar
Sana tutunsam kayboluruz
Yalnızlığın parçalar bizi
Yok oluruz

Duşa kabinin kapısı mozaikliydi, ne çok görünüyordu ne de hiç bir şey görünmüyordu. Ilık su senelerdir muhtaçmışım gibi tenimi rahatıyordu. Eşlik ettiğim şarkı sözleri, saniyeler ilerledikçe içimdeki hakimiyetini daha da arttırıyordu.

Sen bana yorgun uzakta bir ada
Kapkara denizin dinmedi fırtınan
Sen bana uzakta ıssız bir ada
Ben hala vururum her gece kıyına

Duvara monte edilmiş rafta düzinelerce şampuan ve duş jeli vardı. Gariptir ki hepsi farklı markaların olmasına rağmen hepsi aynı kokuyordu, aynı onun gibi. Bir anda müzik sesi durdu ve içeriye biri girdi. "Söyle söyle sen, ben dinliyorum."

Kim olduğunu daha iyi anlayabilmek için suyu kapattım. "Emre?" Musluğu açtığı akan su sesinden belliydi. O kadar rahatça bir hareketti ki bu yaptığı. "Efendim?"

"Ne yapıyorsun?"
"Traş oluyorum sen?"

Ay, yok, artık.

"Şimdi mi zamanı traş olmanın?!"
"Kilo mu verdin sen?"

İstemsizce ellerimi vücüduma sardım. "Se-sen emin misin beni göremediğine?!"
"Sahi, yemek yerkende görmüyorum seni hiç. Kaç kilosun Ece?"
"Emre çık dışarı!"

"Sen... Sigara mı içtin burada?..."
"Dışarı dedim!"

"Bunları sonra konuşacağız."
Musluğu kapattı, o küçümseyici gülüşünü görmesemde hissedebiliyordum. Tam kapıdan çıkacaktı ki durdu. "Ha bu arada, en soldaki, mavi olan şampuanı kullan. İyice söndü saçların." dedi ve kapıyı kapattı.

Yaşananların şokunu atlattıktan sonra saçlarımı şampuanlayıp duştan çıktım. Dolaptan çıkardığım havluya sarıldım ve çıktım banyodan.

Odasını ayrı bir havası vardı. Çoğunlukla gri ve siyahla donatılmıştı, evin geri kalanı gibi. Oldukça eski görünen ahşap bir çalışma masası vardı. Muhtemelen geceleri oturup çalışıyordu burada.

Masanın üzerinde bir dosya vardı. İnsanların eşyalarını karıştırmayı sevmem, ama nedense bu dosyada beni kendisine çeken bir şey vardı.

Üzerimdeki havluyu vücuduma sabitledim ve dosyayı elime aldım. İçinde şeffaf dosyalara konulmuş kağıtlar vardı. Bunlar dosyalanmış belgeydi.

"Anıl Peker, Cinsiyet: Erkek, Yaş: 21, Kemoterapi Onay Belgesi."





Çok kızacaksınız bana burada bitirdiğim için, biliyorum. İkide bir sezon finali gibi bölüm bitiriyorum. Ve evet, kısa bir bölüm oldu, onu da biliyorum. Uzun bir aradan sonra tekrar sizlerleyim, özür dilerim.

Sessizliğin SesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin