Mavinin Sonsuzluğu

199 14 11
                                    


-İlkee? İlkeee? Nasıl dediğim kadar varmış değil mi? 

-Şey... Ben aslında... Yani iyi gibi.. ( İlke kendine gel. Ne oluyor sana. Bu hissettiğin şey de ne. Kalbim niye bu kadar hızlı atıyor. Ben niye konuşamıyorum. Konuşsana kızım sen ki susmazsın. Şimdi iki kelimeyi bir araya getiremiyorsun.) 

-Sadece bu kadar mı?  Bir şey söyleyeyim mi İlke sen kesinlikle bir kız olamazsın. Sana hormon testi filan mı yaptırsak? Normal değilsin çünkü.

-Of Duruuu. Tamam yakışıklı hoş çocuk. Benim eve dönmem lazım annemlerin akşam yemeği konusundaki tutumunu biliyorsun. Tam saatinde orada olmazsam beni lime lime eder. 

-İlke gerçekten şu hayatta felsefik cümlelerin işlemediği ve tam zamanında olman gereken yerde olduğun tek yer akşam sofralarınız sanırım :D

-Filiz Teyze'ne aynen iletirim Duru'cum. Bu duyduklarına çok sevinecek. Çünkü kendisi hala benim hayal dünyasında yaşayan bir masal perisi olduğumu düşünüyor ve inan bana böyle bir kız çocuğu en son sahip olmak isteyeceği şey. Neyse görüşürüz ben kaçtım.

-Hahahah. İnan bana haksız değil İlke. Görüşürüz Filiz Teyzeme çok selam söyle. Çok öpüyorum.

-Olur söylerim.

Duru'dan ayrılıp eve doğru yürürken Duru'ya karşı hissettiğim suçluluk duygum daha da artıyor ama kendimi onu düşünmekten de alamıyordum. Allah'ım ne yapıyordum ben. Ne oluyordu bana? İçimde neler oluyordu? Kendimi bir o kadar bitkin, yenilmiş ve ilk defa enerjisi bitmiş ve bir o kadar da mutlu, heyecanlı ve enerjik hissediyordum. En çokta yanımızdan geçerken rüzgarın burnuma getirdiği bu muhteşem koku. Sanki kokusu o masmavi gözleriyle bütünleşmiş de insanın içine bir masmavi deniz huzuru ve kokusu getiren cinstendi. Bakışlarındaki o derin ve karanlık his korkutucu bir o kadar da rahatlatıcıydı. Bir insan hem bu kadar masum, hem bu kadar hırçın ve bu kadar karanlık nasıl bakabilirdi? İçimdeki bu şeyleri dizginlemem gerekiyordu. Bunları düşünmem bile Duru'yu gerçekten çok üzerdi. Yapmamalıydım. Duru benim tek ve beni anlayan nadir dostlarımdan biriydi. En kötü ve en mutlu zamanlarımda hep yanımdaydı üstelik. Tüm çocukluğumu onunla yaşamıştım.  Böyle bir şeyi düşünüyor olmam bile arkadaşlığımıza büyük zarar verirdi. Ben içimde ki bu karmaşıklığın savaşını verirken adımlarım beni çoktan buzdan kalemize getirmişti. İçeriye girip ailemizin geleneksel akşam yemeğine yakışır bir şekilde tüm asaletimle muhteşem bir aile saadeti yaşama vaktiydi. 

Eve girdiğimde çoktan sofra kurulmuş tüm asil aile fertlerimiz masadan çoktan yer almıştı. Öyle ki içeri girdiğimde o ''Nerede kaldın sen utanmıyor musun bir buçuk dakika geç kalmaya?'' bakışlarını tepeden tırnağa tüm hücrelerimde hissetmiştim. Lakin bir aile gazabına uğramamak için bakışların altından sıyrılıp ellerimi yıkamak için kendimi lavaboya atabildim. Yüzümü defalarca yıkadım. Ve her yıkadığımda beynimdeki bu saçma sapan düşünceleri de temizlerim düşüncesiyle aynadaki yüzüme baktım. Hızla kendime gelip bir görev bilinci ile sofradaki yerimi aldım. Yine çok sıcak ve muhteşem bir aile yemeğiydi. Herkes konuşmalara, gülmelere doyamıyordu. Ah benim canım ailem. Aile demişken size biraz ailemden bahsedeyim. Annem ve babam öğretmen. Öğretmen çocuğu disiplini ile büyümüş olan bir kızım. Prensiplerinden asla taviz vermeyen, soğuk ve sanki aile planlaması zorlamasıyla eşleştirilmiş bir aile yapısına sahibim. Bana hep bir şeyler arz talep eğrisi üzerinde verildi. Ailemin talepleri ne ise ben onları gerçekleştirmek ve onları bir üst levele taşımakla mükelleftim. Dedim ya ismim bile bence bu yüzden İlke. İsminin hikayesini bilmiyor musunuz derseniz hiç bir zaman bunu sorma samimiyetine erişemediğim bir aile yapım oldu. Benden küçük bir de erkek kardeşim var. Kendisi halk deyimiyle henüz bir ergen. Ve ailem bu muhteşem prensip denemelerini ne kadar denemişse kardeşim üzerinde de bir o kadar gerek duymamış olsalar gerek rahat yetişen bir çocuk kendisi. Çocukluğumda yaşamadığım tüm şeyleri yaşasın diye bende çok şımartmış olabilirim onu. Ama bana bunları öğreten ailemdi. Çocukken bana alınan oyuncakları vitrinde saklayan ve misafir çocuklarına bile çıkardığımda deliren annem kardeşimin tüm çocukluğu boyunca o oyuncakları birer birer parçalamasına izin verdi. Ve benden de bir abla olarak hep kardeş sevgisi ile yaklaşmam beklendi. Ablalık görevimi o güzel ve en sevdiğim oyuncağım olan bisikletli dondurmacı maymunu mu parçaladığı gün tamamladığımı düşünüyorum. Aileme olan evlatlık görevimi ise istedikleri üniversitede öğretmenlik bölümünü kazanarak tamamlamıştım. Şuan 3. senesini okuduğum bölümüme Türkiye 5.liği ile yerleşmenin haklı gururunu yaşadılar. Böyle bir aileye sahip olduğunuzda sizin isteklerinizin ve Türkiye'de kaç kişi arasından kaçıncı olduğunuzun pek bir önemi olmuyor. 

Sen Benim GökyüzümsünHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin