"Kim var orada?"
Jimin her ikindi üzeri olduğu gibi kiliseye adımlamış, en ön safta inandığı Tanrısına duasını etmekle meşguldü. Kimseyle dilediği gibi konuşamadığından olsa gerek, buraya geldiğinde içindekileri dökmek için bazen konuşmasına bile gerek olmazdı. Çünkü anlaşıldığını düşünürdü her daim.
O sırada arkasında işittiği ses dikkatini dağıttı ve sorma gereği duydu. Etrafta yalnızca nefes sesleri vardı. Bir de o hoş koku.
Jimin hayatı boyunca sormaya mahkumdu. Tıpkı Tanrı'nın tüm insanlığa armağan ettiği görme yetisinin kendisinde olmayışına mahkum olduğu gibi.
Sormazsa, bilemezdi. Bilmezse, göremezdi.
Rahatsızca kıpırdandı yerinde. Tedirgin olmuştu. Ama burada ona bir zarar gelmezdi. Tanrı'yla arasında derin bir bağ olduğuna inanırdı. 22 senelik hayatı boyunca bir kez dahi isyan etmemişti. Her şeyiyle tastamam insanların aksine, kolay kolay sinirlenmezdi. Gözlerini ele geçirmiş olan sonsuz karanlık ona asla tükenmeyen bir sabır olarak dönmüştü. Sabretmeyi bilirdi ve severdi.
Hoş koku iyiden iyiye duyulmaya başlarken yabancının ona yaklaştığını anlamıştı. Yabancı olduğunu biliyordu çünkü bu kiliseye haftanın hemen hemen her günü gelirdi ve burası küçük bir kasaba olduğundan gelen giden kişiler belliydi.
"Buraya gelen insanların kim olduğu önemli mi?" dedi kadife ve bir o kadar naif ses. "Herhangi bir günahkar." diye mırıldandı sonra. Jimin kelimelerdeki anlamları sevmese de bu yumuşak sesten hoşlandığını düşündü.
Bir başkası olsa duymazdı adamın son dediğini. Öylesine güçsüz söylemişti kelimelerini. Ama Jimin'in görmeyen gözlerine tezat, muhteşem bir duyu yetisi vardı.
"Buraya yalnızca günahkarların geldiğini mi düşünüyorsun?" diye sordu o da aynı yumuşaklıkla.
Yoongi görüntüsünden utandığı için önde oturan bedenin yanına çok sokulmamaya çalışıyordu. Şanslıydı ki, sarışın çocuk kafasını kaldırmadan konuşuyordu. Göz temasından hoşlanmazdı çünkü.
"Her insan biraz günahkardır." diye yanıtladı sorulan soruyu. "Günahlar pişmanlıkları doğurur. Pişmanlıklar insanın vicdanını rahatsız eder. Rahatsız olan vicdan da insanı ya duaya ya da daha kötü şeyler yapmaya iter."
"Rahip gibi konuşuyorsun." dedi Jimin gülerek.
Kısa bir an sessizlik hakim sürdü.
"Rahip olamayacak kadar çirkinim." dedi sonra Yoongi. "Önceki hayatımda büyük bir günah işlemiş olmalıyım ki Tanrı beni böyle yarattı."
Sonlara doğru kısılan sesindeki titreme Jimin'in kalbini titretmişti. Kendisi görmüyordu ama hiçbir zaman bu adam gibi bir düşünceye sahip olmamıştı. Aksine, Tanrı'nın kendini sevdiğini ve o sebeple böyle özel yarattığını düşünürdü.
Küçükken annesi ona masal anlatmak yerine Tanrı'yı anlatırdı hep. Jimin'in ne kadar özel bir çocuk olduğunu fısıldardı kulaklarına.
Oysa babası tam aksini iddia ederi. Bazen annesiyle tartışmalarına şahit oldurdu. Babası annesini suçlardı hep. Jimin'in eksik bir çocuk olmasının sebebi olarak annesini görürdü. Sonrasında bir gün tamamen çıkıp gitmişti.
"Bana sağlam bir çocuk veremeyen bir kadınla daha fazla ömrümü çürütemem."
Son sözleri bunlar olmuştu.
Annesi hemen Jimin'in yanına koşmuş, gözyaşları içerisinde "Sakın onu duyma." demişti. "Sen çok özel bir çocuksun Jimin. Asla senin eksik olduğunu düşünmedim. Asıl eksiklik kalbinde merhamet duygusu barındırmayan insanlardadır oğlum. Sen, sen öyle güzelsin ki Tanrı gözlerini bu çirkin dünyayı görme diye almış olmalı."
Jimin o gün kucağında ağlayan annesinin saçlarıyla oynarken bile tek damla yaş dökmemişti. Tıpkı annesini aynı şekilde kollarında sonsuzluğa uğurladığında dökmediği gibi.
Oturduğu yerden ayaklanarak sesinde yaralar barındıran adama ilerledi Jimin. Yoongi ona görünmek istemezcesine oturduğu yere iyiden iyiye sinerken, gördüğü manzara karşısında gözlerinin şaşkınlıkla açılmasına engel olamadı.
Jimin el yordamıyla oturaklara tutunarak ilerliyordu.
"Şey..." diye mırıldandı gülümseyişini sunarken. "Ne taraftasın? Konuşabilir misin? Seni bulabilmem için bu gerekli."
Yoongi karşısında gördüğü bedenin gülüşünde açan güneşleri gördü. O güneşin ardından boy gösteren çiçekleri sonra. Yutkunmasına engel olamadı.
O çok güzeldi.
Göremeyen gözlerindeki ışıltı, görebilen çoğu insanda yoktu.
"Orda mısın?" diye tekrarladı titrekçe.
"Ah, evet şey buradayım."
Jimin duyduğu sesle hızlıca sesin geldiği tarafa yöneldi. Fazla hızlı olduğu için sandalyeye takıldı ve bu sekmesine sebep oldu. Yoongi elini uzatıp onu tutmak istedi ama buna cesaret edene kadar Jimin çoktan toparlanmıştı. İyice ilerleyerek tam Yoongi'nin önünde durdu. Sağ elini kaldırarak oturan bedenin omzuna dokundu. Yoongi beklemediği bu ani temasla sarsılırken omzunu tutan parmakların sıklaştığını hissetti.
"Tanrı'nın yarattığı hiçbir şey çirkin değildir." dedi.
"Göremediğin için böyle konuşuyorsun." diye karşılık verdi Yoongi sarışın çocuğa. O çok güzeldi, anlamasını bekleyemezdi.
Jimin gülümsedi. "Annem her zaman çirkinliğin insanların içinde olduğunu söylerdi." dedi.
Oturan bedenin omzundaki elini kaldırarak yüzüne dokundu. Her bir noktasını parmak uçlarıyla keşfederken, Yoongi sesini çıkarmadı.
"Sen güzelsin." diye devam etti sonra. "Bunu anlayabilmek için görmeme gerek yok. İnsan ancak kalbiyle baktığı zaman görebilir."
Daha sonra ellerini çekerek çıkışa doğru yürüdü.
Yoongi ağzını açıp bir şey söyleyemedi. Hoş, söyleyecek kelimeleri de tükenmişti bugün lügatında.
Uzaklaşan bedene döndü. O an aklından geçen tek şey, onu yeniden görmek istediğiydi.
Buna hakkı vardı, değil mi?
Tanrı görüyor ve biliyordu.
Merhabalar. 🎈
Ben bu hikayeyi bir daha yayımladım. Çünkü deli gibi yoonmin yazmak istiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beauty and the beast | ym
FanfictionMin Yoongi sırtında kamburu olan bir güzeldi. Fakat güzelliğini bir tek Park Jimin görebildi.