Aradan geçen günler ile Yoongi iyileşmiş denecek kadar toparlamıştı. Kaburgalarını ele geçiren ağrılar hafiflemiş, yüzündeki yaralar kabuk bağlamıştı.
Ne var ki aynı şey kalbi için geçerli değildi.
Jimin gitmişti. Hiçbir şey söylemeden. Öylece gitmişti.
Yoongi'nin kendisine sarılmasını istediği gecenin sabahında Ji Sub'dan yardım alarak bildiği sokaklara yönelmiş ve o günden sonra ne Yoongi'nin evine ne de kiliseye gelmemişti.
Yoongi göğsünün ağırdığını hissediyordu ve bu kırık kaburgaların ağrısından çok farklıydı. Hayatında ilk defa tattığı duygular onu acı dünyasından sıyırmış ve bir süreliğine de olsa bulutların üzerinde raks etmesine sebep olmuştu. Ama o bulutlardan kayması ve bir anda sert zemini boylaması, öyle ani olmuştu ki toparlanamıyordu bir türlü.
Jimin'in evini bilmediği için her gün kiliseye gider olmuştu. Sabahın ilk ışıklarından, hava kararana kadar öylece oturup bekliyordu.
Ji Sub bu süre zarfında onu her gün yoklamış ama bir tepki alamayacağını anladığı vakit o da Yoongi'yi kendi haline bırakmayı tercih etmişti.
Zaten kimseyle konuşmayan -ki bu insanlar onunla konuşmadığından kaynaklanıyordu- Yoongi iyice içine kapanmış ve günler geçmiş olmasına rağmen tek kelime etmemişti. Sesli bile düşünmüyordu.
Yemek yemesi düzensizleşmiş, bu sebeple küçülen midesi zar zor yediği bir iki lokmayı da alamaz olmuştu. Zayıflıyordu. Ve bunu anlamak için bir aynaya ihtiyacı yoktu.
Jimin'in yokluğu Yoongi'nin acınası dünyasını daha da karanlık yapmıştı. Sevilmeyi hak etmediğini düşünen zehirli fikirleri zihninin dört bir yanına yayılmış ve bir kanser gibi ele geçirmişti beynini. Şeytanları susmak bilmiyordu.
Kilisede uyuyor ve yine kilisede kalkıyordu.
Bir gece bir rüya gördü.
Jimin bembeyaz giyinmişti. Yeşil kırların arasında çocuk gibi koşturuyor ve Yoongi'nin daha önce hiç şahit olmadığı şekilde gülüyordu.
Yine çok güzeldi.
"Jimin dikkat et!" diye bağırdı ona.
Düşmesin istiyordu. Canı yanmasın.
Jimin anında dönerek uzattı ellerini ona.
"Hadi." dedi. "Birlikte koşalım." Tam gözlerinin içine bakıyordu.
Yoongi kendine uzanan elleri tuttu. Jimin'in hareketlerine öyle hızlı ayak uydurmuştu ki, şaşırdı. Sonra fark etti. Kamburu yoktu artık. Hiç durmadığı kadar dik duruyordu ayakta. Halini anlamaya çalışırken, duraksamış ve Jimin'in de durmasına neden olmuştu.
"Neyin var Yoongi?" diye sordu sarışın çocuk. "Neye şaşırdın bu kadar?"
Şok dalgası Yoongi'nin zihnini bir kez daha vururken sayıkladı küçüğünün ismini.
"Jimin." dedi gözlerine bakarken. "Sen görüyorsun."
Çocuk gülümsedi. Tüm dişleri inci gibi parlarken, gözleri bir çizgi olmuş ve güzelliğine güzellik katmıştı. Nefesinin kesildiğini hissetti Yoongi.
Bu manzaraya şahitlik edecek ne sevap işlemişti?
"Elbette." dedi Jimin hala gülmeye devam ederken. "Neden görmeyeyim ki?"
Bir kez daha çekiştirdi Yoongi'yi. Şimdi bir gölün kenarındaydılar ve etrafta yalnızca onlar vardı. Bir de, bülbül gibi şakıyan kuşlar. Her bir yanı rengarenk çiçekler sarmıştı ve bu öyle güzel, öyle güzeldi ki... etrafa aptal aptal bakmaktan başka bir şey yapamıyordu Yoongi. Kalbi bir kuş gibi çırpınıyordu karşısındaki çocuğa baktıkça.
Bu sefer kuşlar susmuştu. Kuşların sesinden çok daha güzel bir ses doldu Yoongi'nin kulaklarına.
Jimin etrafında dans ederek dönerken şarkı söylüyordu.
"Daha ne kadar kar gibi hasret yağmalı?
Bahar günlerinin gelmesi için..."
diyordu...
Sonra birden sustu Jimin. Her şey sustu. Etraf karardı. Göl bataklık oldu. Kuşlar uçarak uzaklaştı. Gökyüzü korkunç bir karanlıkla kaplanırken, ay bile saklanmıştı.
"Yoongi!"
Etrafına baktı Yoongi. Jimin yoktu.
"Jimin!"
Koştu. Her adımda düştü. Ama yeniden kalktı.
"Yoongi!"
"Jimin!" dedi tekrar.
Sonra gördü küçüğünü. Bataklık kendine çekerken, kirletmişti beyazını. Düşünmeden atıldı ona. Uzattı ellerini tutunsun diye. Başaramadı. Attığı her adımda Jimin daha da uzaklaşıyordu sanki. Defalarca bağırdı. Yardım istedi.
Sonra tüm sesler yeniden sustu. Bataklık Yoongi'yi kabul etmezken, içine çekmişti Jimin'i.
Kurtaramamıştı.
Uyandığında günler sonra ilk kez bir kelime çıkmıştı ağzından Yoongi'nin.
Jimin...
Zira onun hasreti ile yanarken aksi de pek mümkün değildi.
Gözyaşları ıslatmıştı beyaz tenini. Kan, ter içinde kalmıştı. Göğsü ağırlaşmıştı. Tutmadı kendini. Ağladı.
Ta ki akıtacak gözyaşı kalmayıncaya dek.
Jimin o gün de gelmedi.
Yoongi göğsündeki ağırlığı da yanına alarak gitti evine. Yağmurda ıslandı. Aldırmadı. Girdi bir çırpıda evine. Yakmadı bu sefer ışıkları. Islak kıyafetlerini çıkardı ve titreyerek girdi battaniyenin altına. Kapadı gözlerini. Bir kabustu gördüğü ve unutmalıydı.
Yağmur sesi eşlik ederken daldı uykuya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beauty and the beast | ym
FanfictionMin Yoongi sırtında kamburu olan bir güzeldi. Fakat güzelliğini bir tek Park Jimin görebildi.