Ertesi gün Min Yoongi için oldukça zor geçmişti.
Jimin'in aksine o, çok daha talihsiz sayılırdı. Çünkü doğar doğmaz yalnızlığa terk edilmişti. Gelmeyi ona sorsalar hiç istemeyeceği bu hayatta, daha gözlerini açar açmaz istenmemişti. Annesi bile onu bir lanet olarak görmüş, acımadan bir başına bırakmıştı. Henüz ufacıkken ailesinin aksine çok daha merhametli bir adam tarafından, terkedildiği çöplüğün dibinde bulunmuştu. Adam onu almış ve bakmıştı evet ama hiç bulmasaydı da terkedildiği o kuytu ücrada ölse çok daha mı iyi olurdu diye düşünmeden edememişti yıllar boyu Yoongi.
Ona barınacak bir ev, karnını doyuracak bir aş vermişti adam. Karşılığında ev işlerinde ve çalıştığı izbe demir dükkanında yardım etmesi gerekiyordu yalnızca. Ev işlerini yapmak onun için sorun değildi. Her sabah erkenden uyanır, adamın kahvaltı sofrasını hazırlar sonra toplar, evi temizler ve akşam yemeğini yapardı. Ama demir dükkanında çalışmak onun için oldukça zordu. Sırtında taşıdığı kamburu yaptığı her işte ona engel olmaktan başka bir işe yaramıyordu. Etrafı dağıtması bir yana hareketleri kısıtlı olduğu için yapmaya çalıştığı işlerin bedenine zarar vermesi diğer yana; kısır bir döngüde ilerliyordu tüm günü. Adam başlarda ısrar etse de daha sonra durumun umutsuz olduğunu görüp yalnızca ev işlerini yapmasını istemişti.
Yoongi 15 yaşına geldiğinde, adam yakalandığı akciğer kanseri sebebiyle çok kısa sürede kötüleşerek hayatını kaybetmişti ve Yoongi bir kez daha bir başına kalmıştı bu dünyada. Demir dükkanını hiçbir şekilde işletemeyeceği için elden çıkararak sevdiği bir şeyler yapmayı diledi. Hayatını bir şekilde devam ettirmesi gerekiyordu. Artık bir gelir kaynağı yoktu.
Yoongi her zaman çirkin olduğuna inandı. Sırtındaki kamburunun yüzü dahil tüm benliğini örttüğünü düşünürdü. Böyle düşünmesinde elbette insanların verdiği tepkiler de etkili oluyordu. Onu gören ya acıyan gözlerle bakıyordu ya da tiksinen.
Jimin hariç hiç kimse ona güzel olduğunu söylememişti. Ki, Yoongi'ye sorsanız hayatındaki tek güzellik kavramı için sarışın çocuk derdi, adını bile bilmediği. Bu kelimeye o denli uzaktı çünkü.
Sabah alış veriş için çıktığı pazarda yine her zamanki bakışlara maruz kalmıştı. Bunları önemsemek istemiyordu.
Artık 24 yaşındaydı ve artık alışması gerekiyordu. Ama Yoongi hayatı boyunca hiç sevgi görmemişti ki. Saçları hiç okşanmamış, sırtı sıvazlanmamıştı. Belki de bundandı kamburu. Öyle düşünürdü.
Kimsesi yoktu. Yaşadığı her acı kamburuna bir çıkıntı daha ekliyordu sanki. Giderek büyüyor ve Yoongi'nin tüm bedenini ele geçiriyordu. Oysa öyle bir şey yoktu. 18 yaşındayken tamamen durmuştu büyüyen yükü. Ama ona öyle ağır geliyordu ki, ölene kadar büyüyecekmiş gibi hissediyordu.
Karşısında gördüğü kırmızı elmalar oldukça cezbediciydi. İlerleyerek tezgahın önünde durdu.
"Elma almak istiyorum." diye mırıldandı başını kaldırmadan.
Tezgahın başındaki adam kaşlarını çattı ve "Satmıyorum." dedi sertçe.
"Parasıyla değil mi?" diye sordu Yoongi hafifçe doğrulmaya çalışarak.
"Parasıyla." dedi adam aynı sertlikle. "Ama senin paranı istemiyorum. Git buradan. Uğursuzluk çağıracaksın." Ellerini tavuk kışlarmış gibi çırpıyordu.
Hiçbir şey söylemeden ayrıldı tezgahın önünden Yoongi. Zoruna gitmişti. Adamdan sadaka istememişti yahut dilenmemişti. Parası vardı. İstediği yalnızca canının çektiği elmalardan alabilmekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beauty and the beast | ym
FanficMin Yoongi sırtında kamburu olan bir güzeldi. Fakat güzelliğini bir tek Park Jimin görebildi.