Kasımda aşk başkadır derler. Bana onunlayken her ay kasımdı. Ve aşk, sadece onunla özeldi. Ben bir onu sevebilirdim, geri kalanlar tanıdık birkaç insandan fazlası değildi. Bunu aylar önce ona da söylemiştim. Artık adıyla bile seslenemiyordum çünkü sesi bile yoktu yanımda. Kendiyle beraber yuvamı alıp gitmişti.
" Ben senden önce kendimi kaybettim bal ! "
Evet, çok yorulmuştum. Omuzlarımda milyonlarca ton ağırlığında fil oturuyormuş gibi hissediyordum. Her ayaklanmaya çalıştığımda sanki omuzlarımdan birisi bastırıyor, beni aşağıya doğru iktiriyordu. Ben gücümü içimdeki güçsüzlüklerde boğuşmaya çalışırken kaybettim. Telefondaki yüzlerce resmine bakıp ağlayarak, koklayarak özür dilediğim geceler, bazen ağlamaktan yorgun düşerdim, fotoğrafı açık kalırdı. Böyle gecelerin sabahında sanki deniz manzaralı cam balkonlu bir evde uyanmışım gibi güzel bir manzarayla uyanmışım gibi bana huzur verirdi. Hoş, zaten onun fotoğrafları da deniz manzarasıyla eş değerdeydi.
Hiçbir sokak gözlerin kadar çıkmaz değil bu şehirde bal. Aklım yine başımda değil ama bu kez sebebi gülüşün değil, yokluğun. Ellerim titriyor ama bu sefer sebebi boynumdaki nefesine değil; sol bileğimden tutup öptüğün dudaklarına değil, kalbimin yarım kalışına. Yine uyandım ama karşımdaki masum uyuyuş manzarana değil, kafamı vura vura ağladığım 4 duvara. Tanrım, içimdeki bu boşluğu bahara çevirip çiçekler açtıracak olan da sensin; kışa çevirip fırtınalar kopartacakta.Lütfen bana yardım et.
" Yokluğunda kalbimin kanser olup döküldü saçları. Tanrı affetmez ki gidenleri bal. "
Hani yaşıyorum derken eksilir ya candan; nefesin bile ağır gelir ya yüreğine, öyleyim... Dudaklarının kıpırdayışından; kirpiklerinin havayı itişinden, rüzgarda yellenen kokusuna kadar aşıktım. Herkesi itiyor, kendi başıma acı içinde kıvranıyordum. Gençliğim savruluyor, kimsenin yardım etmesini istemiyordum. Hayat bana büyümeyi çok acı şekilde öğretmişti. Ben onu başkasına uğurlarken, kendimi kafamdaki tabuta koyup sonsuzluğa uğurladım.
Bir insanı en son ne zaman göreceğimizi bilememekle lanetlendik, en son sesini ne zaman duyacağımızı bilememekle.. Onu en son görüşüm, tamamen tesadüf eseri olmuştu. O gün aklımda hiç kendimi sıkmam gerekeceği yoktu. Çünkü sanıyordum ki yakın arkadaşım ve benden başkası olmayacak ve yaşananların farkında olduğu için arkadaşım da bana karışmayacak sadece gülümsetmeye uğraşacaktı. Ta ki, o ana kadar. Hayat işte, ne zaman tesadüfe yer vereceği bilinmiyor. Kapıdan girer girmez o çok özlediğim adam, yüzlerce kalabalığın içinden gözüme ilk çarpan kişi olmuştu. Kalbim, evde yalnız uyanıp annesini bulamayan küçücük bir çocuğun korkusu gibi hızlı ve ürkek atıyordu. Donakalmıştım. Yüzümün kıpkırmızı olduğunu hissedebiliyordum. Ona sinirli olduğumu hatırlayıp duraksadım. Yanından bunu düşünerek geçip gittim çünkü orada durup onunla konuşamazdım. Yinede gözlerim onu arıyordu. İçimden kızgınlığımı bir kenara atmak geliyordu ve yaptım. İçimden gelen onca şeyden sadece bunu yaptım.
Kolundan zorla tutup getiremezsin ki, zorla kendini sevdiremezsin ki. Ben ona aşıktım ve bunun farkındaydı. Ama öyle amansız gitmişti ki, ne hoşçakal diyebilmiştim, ne de beni böyle bırakma. O gün onunla konuşurken bu düşüncelerimden çok uzak davrandım. Sanki düşünen ben değilmişim gibi birkaç kez gözlerimin dolması dışında ( gördü mü bilmiyorum ) ona hiçbirşey söylemedim.
Eğer söyleyebilseydim ona; aslında onu bir odaya koyup kafamı duvarlara vura vura gitme demek istediğimi, içimde onunla büyüttüğüm ülkenin savaşlar altında kaldığını söylemek isterdim. Yapamadım. Yinede o gün beklediğim kadar kötü değildi. Hatta sanki herşeye rağmen uzun zamandır böylr bir tesadüfe ihtiyacım varmış gibiydi.
Ah be bal, senden başkası bal diye nasıl sevilir? Bilmiyorsun, o günkü sigara paketini bile sakladım, hiç bilmiyorsun sen.
Özlemenin bile kademesi vardır. Bir insanla beraberken göreceğini bile bile özlemekle, bir insanı bir daha göremeyeceğini bilerek özlemek, birbirinden apayrı hislerdir. Birinde heyecan, birinde can koyarsın ortaya. Ben onu son kez gördüğümü anladığım gün; içimdeki anılarla dolu, çerçevelerini canımla ördüğüm fotoğraflarıyla dolu vitrinim devrildi. O gün, kör kuyunun içinde çığlık attım, sesim yankılandı ama herkes beni ölüme terk etti. Hayat çekilir dert değil, burası karanlık. Ve ben kalkıp ışığı açmak için fazla yorgun biriyim.
Son kez görmek; son bakış, son dokunuş... Bağırmak istiyorum. " Ulan aynı şehirdeyiz, üstelik 5 dakikalık mesafedeyiz. Son kez görmek ne demek? Nasıl ulan?" diye birinin dizlerine kapanıp ağlamak istiyorum. Ama yapamıyorum.
Herkesin duvara baktığında aklına gelen cümleleri vardır. Bunlar, kimi zaman söylenmek isteyip söylenemeyenler; kimi zaman da söylendiği için pişman olunan cümlelerdir. Ben söyleyemediklerime sövdüm. Git diyemedim, gitme diye öpemedim.
Dizlerime yattığında heyecanlanıp dizlerimin titremesini mi anlatayım, uyurken kirpiklerini saymaya çalıştığımı mı? Yoksa nefes alış verişini dinlediğimi mi?
"Kırık döküklerimi toplamıştın adam,
Karanlıktan korkarım diye yanıma gelmiştin.
Herşey üstüme geldiğinde beni arkana saklamıştın.
Seni sevdim,
Seni çok sevdim..."