Ertesi gün, salona girdiğim zaman, yalnızdı; elini uzatırken bir an seyretti beni, sonra da, "Dost hep fazla içli mi olacak böyle?" dedi.
Gözleri nemlendi, kalktı, sonra umutsuzca yalvarır gibi, "Artık bana böyle mektup yazmayın!" dedi.
Mösyö de Mortsauf güler yüzlü davranıyordu. Kontes güvenine, huzurlu alnına yeniden kavuşmuştu; ama rengi, dünün o sönmeden yatışmış acılarını belli ediyordu. Akşam ayaklarımız altında hışırdayan kuru güz yaprakları üzerinde dolaştığımız sırada, "Acı sonsuzdur, sevincinse sınırları vardır," dedi.
Geçici mutlulukları düşündürerek acılarını ortaya koyan bir sözdü bu.
"Yaşamı yermeyin," dedim ona, "aşkı bilmiyorsunuz, parıltıları göklere ulaşan hazları vardır."
"Susun," dedi, "hiçbir şey bilmek istemiyorum o konuda. Grönlandlılar İtalya'da yaşamak zorunda bırakılsalar, ölürlerdi! Yanınızda sakin ve mutluyum, size bütün düşüncelerimi söyleyebiliyorum; güvenimi yıkmayın. Neden hem papazın erdemi, hem özgür insanın sevimliliğiyle davranmayasınız?"
"Kupa kupa baldıran zehri bile içirtebilirdiniz," dedim, elini yüreğimin üzerine getirdim, hızlı hızlı çarpıyordu.
Keskin bir acı duymuşçasına elini çekerek, "Yine!" diye atıldı. "Yaralarımın kanını dost bir elle dindirtmenin acı zevkini de almak mı istiyorsunuz elimden? Acılarıma yeni acılar eklemeyin, hepsini bilmiyorsunuz! En gizlileri, bastırılması en güç olanları. Kadın olsaydınız, hiçbir şey düzeltmeyen, ama her şeyi düzelttikleri sanılan özenlere konu olduğunu gördükçe, gururlu bir ruhun nasıl tiksintiyle karışık hüzünlere kapıldığını anlardınız. Birkaç gün, pohpohlanacağım, yapılan haksızlık bağışlattırılmak istenecek. O zaman en akla uymaz istekleri bile kabul ettirtebilirim. Bu düşüş, her şeyin unutulduğuna inanıldığı gün sona eren bu okşayışlar, beni alçaltıyor. Efendisinin iyiliklerini yalnız onun kusurlarına borçlu olmak..."
"Cinayetlerine!" dedim ateşli ateşli.
"Çirkin bir yaşam koşulu değil mi?" dedi, acı bir gülümsemeyle baktı. "Sonra bu geçici gücü kullanmasını da bilmiyorum. Şu sırada, yere düşmüş rakiplerine vurmayan şövalyelere benziyorum. Saygı göstermemiz gereken kişiyi yerde görmek, yeni vuruşlarını yemek üzere onu yerden kaldırmak, düşmesinden dolayı kendi çektiğinden de fazla acı çekmek, yararlı olmak amacıyla da olsa geçici bir etkiden yararlanınca onurundan olmak gücünü böyle soyluluktan uzak çarpışmalarda harcamak, ruhun gömülerini tüketmek, yalnız ölümcül yaralar alarak egemen olmak. Ölmek daha iyi. Çocuklarım olmasa, bu yaşamın akışına bırakırdım kendimi; ama bilinmedik cesaretim olmasa, ne olurlardı? Yaşam ne denli acı olursa olsun, onlar için yaşamam gerek. Aşktan mı söz ediyorsunuz bana?.. Dostum, bütün zayıf insanlar gibi acımasız olan bu yaratığa beni hor görme hakkını verseydim, nasıl bir cehenneme düşerdim, bir düşünsenize! Bir kuşkuya katlanamazdım! Davranışımın arılığı sağlıyor gücümü. Erdemin içine dalınan ve Tanrı aşkında yenilenmiş olarak çıkılan kutsal suları vardır, sevgili çocuk!"
"Dinleyin, sevgili Henriette, artık yalnız bir haftam kaldı burada, istiyorum ki..."
"Aa! Bizi bırakıyor musunuz?.." dedi sözümü keserek.
"Ama babam benim için neye karar verecek, bilmem gerekmez mi? İşte, neredeyse üç ay..."
Heyecanlı bir kadının sadeliğiyle, "Günleri saymadım," diye yanıtladı.
Dalıp gitti, sonra bana, "Yürüyelim, Frapesle'e gidelim," dedi.
Kont'u, çocuklarını çağırdı, şalını istedi; sonra her şey hazır olunca, öylesine ağır, öylesine sakin olan o, bir Parisli kadın canlılığı gösterdi, Kontes'in borçlu olmadığı bir ziyarette bulunmak için Frapesle'e gitmek üzere toplu olarak yola çıktık. Mösyö de Chessel'le konuşmaya çalıştı, o da, bereket versin ki, uzun uzun yanıtlar verdi. Kont ile Mösyö de Chessel işlerinden konuştular. Mösyö de Mortsauf'un arabasını, atlarını övmesinden korkuyordum, ama kusursuz bir incelik örneği verdi. Komşusu, Cassine'de, Rhétorière'de giriştiği çalışmalar üzerinde soru sordu. Soruyu işitince, anılarında öylesine ölümcül, kendisi için öylesine amansız bir acı olan bir konuya yanaşmayacağını sanarak Kont'a baktım; ama bucakta tarım durumunu düzeltmenin, yapıları sağlam, sağlığa uygun, güzel çiftlikler kurmanın ne denli zorunlu olduğunu kanıtladı; en sonunda, karısının görüşlerini övünçle kendine mal etti. Kızarak Kontes'i seyrettim. Kimi durumlarda o denli incelik gösteren bir adamda bu incelik yokluğu, ölümcül kavganın böyle unutulması, şiddetle karşı koyduğu görüşlerin böylesine benimsenmesi, bu kendine güven, taş gibi donduruyordu beni.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vadideki Zambak
ClassicsVadideki Zambak, ilk yayımlanışında (1836) beklenen ilgiyi görmemiş, Balzac'ın en az satan kitaplarından biri olmuştu. Oysa yazar, üzerinde en çok çalıştığı, en kusursuz, en büyük romanlarından birini yarattığı kanısındaydı. Zaman Balzac'ı haklı çık...