Kesin bir dille, Kont'un iyileşmeye yüz tuttuğunu bildirmiş olan Mösyö Origet'nin son gelişleri sırasında, bir akşam Jacques ve Madeleine'le merdivenin alt yanındaydım, üçümüz de basamaklara uzanmış, delikli saman çöpleriyle, ucu iğneli çengellerle yaptığımız bir onchets partisine dalmıştık, Mösyö de Mortsauf uyuyordu. Araba koşulurken, Hekim'le Kontes, salonda alçak sesle konuşuyorlardı. Mösyö Origet, ben yola çıkışının farkında bile olmadan gitmiş. Onu uğurladıktan sonra, Henriette pencereye dayanmış, biz farkında olmadan, hiç kuşkusuz bir süre izlemiş bizi oradan. Göğün bakır renklerine büründüğü, kırın yankılar içinde binlerce bulanık ses yolladığı şu sıcak akşamlardan biriydi. Son bir güneş ışını çatılar üzerinde can veriyor, bahçelerin çiçekleri havayı güzel güzel kokulandırıyor, ahırlara getirilen hayvanların çıngırakları uzaklarda çınlıyordu. Kont'u uyandırmak korkusuyla çığlıklarımızı bastırarak bu ılık saatin sessizliğine uyuyorduk. Birden, bir kadın giysisinin hışırtısına karşın, çabucak tutulan bir iç çekişin gırtlakta sıkılışını işittim; salona koştum hemen, Kontes'i, yüzünde bir mendil, pencerenin aralığına oturmuş buldum; ayak sesimi tanıdı, kendisini yalnız bırakmamı buyurmak için sertçe elini salladı. Yüreğim korkuyla dolu, geldim, mendilini zorla çekmek istedim, yüzü gözyaşları içindeydi, odasına kaçtı, ancak dua için çıktı buradan. Elli günden beri ilk kez onu sete götürdüm, üzüntüsünün nedenini sordum; ama çılgınca neşeliymiş gibi davrandı, bunu da Origet'nin verdiği iyi haberle doğruladı.
"Henriette, Henriette," dedim, "sizi ağlar gördüğüm anda da biliyordunuz bunu. İkimiz arasında, bir yalan çok korkunç bir şey olur. Bu gözyaşlarını kurulamama neden engel oldunuz? Yoksa benim miydiler?"
"Benim için bu hastalığın acıda bir mola gibi olduğunu düşünmüştüm," dedi. "Şimdi artık Mösyö de Mortsauf için titremiyorum ya, kendim için titremem gerek."
Haklıydı. Kont'un sağlığı garip huyuyla birlikte döndü: Ne karısının ne benim ne de Hekim'in kendisine bakmasını bildiğimizi, hiçbirimizin ne hastalığından ne huyundan ne acılarından ne de kendisine uygun gelecek ilaçlardan haberimiz olduğunu söylemeye başlıyordu. Origet, bilmem hangi öğretiye delice saplanmıştı, yalnız midenin alt deliğiyle ilgilenmesi gerekirken, beden sularında bir bozulma görüyordu.
Bir gün, bizi gözetlemiş ya da yaptığımızı sezmiş gibi, şeytan şeytan baktı bize, sonra gülümseyerek karısına, "Ee, sevgilim," dedi, "ölseydim, kuşkusuz üzülürdünüz; ama, saklamayın, buna pekâlâ katlanırdınız, değil mi?"
Kontes, kocasını susturmak amacıyla, "Saray yası tutardım, pembe ve kara," dedi.
Ama, hele hastanın açlığının giderilmesine karşı durarak Hekim'in bilgece belirttiği yiyecek konusunda, geçmişte hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak şiddet ve bağırıp çağırma sahneleri oldu, çünkü Kont'un kişiliği bir bakıma ne denli uyukladıysa, o denli şiddetlenmiş olarak uyandı. Kontes, Hekim'in buyruklarından, adamlarının her söyleneni yerine getirmelerinden güç alıyor, bu çarpışmayı kocasını kendi boyunduruğu altına alması için bir çare olarak görüyordu, ben de onu destekliyordum. Direncini artırdı; hezeyana, haykırışlara sakinlikle karşı koymasını bildi; onu olduğu gibi, yani bir çocuk gibi görerek aşağılamalarla dolu sözlerini işitmeye alıştı. En sonunda bu hastalıklı kafanın yönetimini ele aldığını görmek mutluluğunu tattım. Kont bağırıyor, ama onun sözünü dinliyordu, özellikle de çok çok bağırdıktan sonra, dinliyordu. Sonuçların açıklığına karşın, Henriette, bu zayıf, bir deri, bir kemik, alnı düşmek üzere olan bir yapraktan daha sarı, gözleri solgun, elleri titrek, yaşlı adamı görünce bazı bazı ağlıyordu; sertliklerinden dolayı kendi kendine kızıyor, yemeklerini ölçerken hekimin yasaklarının ötesine geçtiği zaman, Kont'un gözlerinde gördüğü sevince sık sık dayanamıyordu. Öte yandan, ona da bana davrandığı ölçüde sevimli, nazik davrandı; yine de yüreğimi sınırsız bir sevinçle dolduran farklar oldu. Yorulmaz değildi, kaprisleri birbirini biraz fazla hızlı kovaladığı ve anlaşılmadığından yakındığı zaman, Kont'a hizmet etsinler, diye adamlarını çağırmasını biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vadideki Zambak
ClassicsVadideki Zambak, ilk yayımlanışında (1836) beklenen ilgiyi görmemiş, Balzac'ın en az satan kitaplarından biri olmuştu. Oysa yazar, üzerinde en çok çalıştığı, en kusursuz, en büyük romanlarından birini yarattığı kanısındaydı. Zaman Balzac'ı haklı çık...