Bilmiyorum, hangi öç alıcı el, toplumun örttüğü renkli perdeyi birdenbire kaldırıverdi. Benim gibi sizin de bildiğiniz şu kurbanların birçoğu gözlerimin önüne geldi: benim yola çıkışımdan birkaç gün önce, can çekişir bir durumda Normandiya'ya giden Madam de Beauséant! Adı kirletilen Langeais Düşesi! Lady Dudley'in iki hafta kaldığı küçük evde ölmek üzere Tours iline gelen ve biliyorsunuz, hangi korkunç biçimde ölen Lady Brandon!Çağımız bu türlü olaylar bakımından pek verimli. Belki Madam de Mortsauf'u da öldüren kıskançlığa yenilip de zehir içerek ölen şu zavallı genç kadını kim tanımadı? Utangaç bilgisizliğine kurban giderek, politik tasarılarına yardımı oluyor, diye Ronquerolles'un, Montriveau'nun ne de Marsay'in el uzattıkları aşağılık adama kurban giderek, böğelek ısırmış bir çiçek gibi, iki yıllık bir evlilikte canını veren şu tatlı genç kızın yazgısı karşısında kim ürpermedi? Hiçbir yalvarmayla kararından dönmeyen, borçlarını öylesine soylu bir biçimde ödedikten sonra kocasını bir daha görmek istemeyen kadının son dakikalarının öyküsü kimi titretmedi? Madam d'Aiglemont ölümün eşiğine dek gelmedi mi, kardeşimin özenleri olmasa, yaşayabilir miydi?
Toplum ve bilim, bu mahkemesi bulunmayan cinayetlerin suç ortaklarıdır. Kederden de, umutsuzluktan da, aşktan da, gizli düşkünlüklerden, dikilip dikilip kökünden sökülen, bir türlü meyve vermeyen umutlardan kimsecikler ölmezmiş gibi gelir. Yeni terimler arasında her şeyi açıklayacak hünerli sözcükleri var: gastrit, perikardit adları kulağa söylenen ve noter eliyle çabucak kurulanıveren ikiyüzlü gözyaşlarıyla yola çıkarılan tabutlara geçiş belgesi olan binlerce kadın hastalığı. Bu yıkımın altında bizim bilmediğimiz bir yasa mı var? Birçok küçük işletmenin çabalarını yutan milyoner gibi, yüz yaşındaki insan da ölülerin toprağını insafsızca örtmeli, yükselmek için çevresinde onu kurutmalı mı? Uysal, sevgi dolu yaratıklarla beslenen zehirli bir can mı var? Tanrım! Ben de kaplanlar soyundan mıydım?
Dikimlerini Henriette'in yönettiği kavakların ölü yapraklarını koparan ıslak bir ekim sabahı, Clochegourde' un ağaçlık yoluna, eskiden beni geri çağırmak istercesine mendil salladığı bu ağaçlık yola girdiğim zaman, yakıcı parmaklarıyla yüreğimi sıkıyordu; yanaklarımda gözyaşlarının yol izleri vardı! Yaşıyor muydu? Secdeye kapanmış başımın üstünde onun iki ak elini duyabilecek miydim? Bu anda, Arabelle'in verdiği bütün hazları ödedim, pek de pahalıya satıldıklarını düşündüm! Onu bir daha görmemeye yemin ettim. İngiltere'ye kin duymaya başladım. Lady Dudley türünün ayrı bir çeşnisiydi ama, bütün İngiliz kadınlarını aynı kararla mahkûm ettim.
Clochegourde'a gelince, yeni bir yumruk daha yedim. Jacques'ı, Madeleine'i, Rahip Dominis'i, hep bir arada, parmaklığın yapılışı sırasında duvarın iç yanında bulunan bir toprak parçasına dikilmiş, Kont'un da, Kontes'in de yıkmak istemedikleri bir tahta haçın dibine diz çökmüş buldum. Arabamdan atladım, yüzüm gözyaşlarıyla dolu, yüreğim Tanrı'ya yalvaran bu ağırbaşlı insanla bu iki çocuğun görüntüsüyle parçalanmış bir durumda, onlara yaklaştım. Yaşlı seyis de oradaydı, birkaç adım ötede, başı açık, duruyordu.
Dualarına ara vermeden, bana soğuk bir bakışla bakan Jacques'la Madeleine'i alınlarından öperek Rahip Dominis'e, "Hasta nasıl, Mösyö?" dedim.
Rahip kalktı, kolunu tuttum, üzerine dayanmak istiyordum.
"Yaşıyor mu?" dedim.
Hüzünlü ve uysal bir biçimde başını eğdi.
"Konuşun, yalvarırım, Tanrı aşkına! Niçin bu haçın altında dua ediyorsunuz? Niçin buradasınız da onun yanında değilsiniz? Çocukları böylesine soğuk bir sabahta niçin dışarıdalar? Her şeyi söyleyin bana, söyleyin de bilgisizlikle bir mutsuzluğa yol açmayayım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vadideki Zambak
ClassicsVadideki Zambak, ilk yayımlanışında (1836) beklenen ilgiyi görmemiş, Balzac'ın en az satan kitaplarından biri olmuştu. Oysa yazar, üzerinde en çok çalıştığı, en kusursuz, en büyük romanlarından birini yarattığı kanısındaydı. Zaman Balzac'ı haklı çık...