Vandée'deki görevim sırasında Clochegourde'a geldiğim zaman, bir avcı gibi giyinmiştim. Kırmızıya çalar olmuş, ak düğmeli bir yeşil ceket, çizgili bir pantolon, meşin tozluklar, kaba kunduralar vardı üzerimde. Yaya olarak yürümem ve sık çalılıklar üstümü başımı öyle berbat etmişti ki, Kont bana kimi çamaşırlarını vermek zorunda kalmıştı. Bu kez, iki yıl boyunca Paris'te oturmanın, Kral'la bir arada olmanın verdiği alışkanlıklar, zenginliğin dış etkileri, beden açısından tümüyle gelişmiş olmam, ta Clochegourde'dan üzerime doğan arı ruhla sanki bir mıknatıs etkisiyle birleşmiş bir ruhun sakinliğinden anlatılmaz bir parıltı alan genç bir yüz, her şey beni değiştirmişti: Ahmakça kendini beğenmişlikten uzak bir güvenim vardı, gençtim ama doruklarda bulunmaktan gelen bir gönül huzurum vardı; yeryüzündeki kadınların en tapılasısının gizli desteği, söylenmeyen umudu olduğumu biliyordum. Chinon yolundan Clochegourde'a giden, yeni, ağaçlık yolda sürücülerin kamçısı şakladığı, yeni kurulmuş, halka biçimi bir duvarın ortasında bilmediğim bir parmaklıklı kapı açıldığı zaman, belki de hafif bir gurura kapılmışımdır. Kontes'i şaşırtmak istemiş, geleceğimi yazmamıştım, ama iki bakımdan kötü etmişim yazmamakla: Bir kez uzun zamandır umulan, ama olanaksız sayılan bir hazzın verdiği heyecana kapıldı, sonra, hesaplanarak yapılan bütün şaşırtmacaların zevksizce bir şey olduğunu gösterdi bana.
Henriette, çocuk bildiği kişiyi bir genç adam olarak görünce, acılı bir ağırlıkla gözlerini yere dikti; duygulu titreyişinden anladığım o içten zevki göstermeden, bıraktı elini, alıp öptüm; bana bir daha bakmak için başını kaldırdığı zaman, yüzünü solgun buldum.
"Demek eski dostlarınızı unutmadınız?" dedi Mösyö de Mortsauf, ne değişmiş ne de yaşlanmıştı.
İki çocuk boynuma atıldılar. Kapıda Jacques'ın öğretmeni Rahip Dominis'in ağırbaşlı yüzünü gördüm.
"Hayır," dedim Kont'a, "bundan böyle yılda altı ay serbest olacağım, bu altı ay hep sizin olacak. – Ne o, neyiniz var?" dedim Kontes'e, kocasının çocuklarının önünde, beline sarılıp onu tutmak için kolumu uzattım.
"Bırakın," dedi sıçrayarak, "hiçbir şeyim yok."
Ruhunun içini okudum.
"Sadık kölenizi tanımıyor musunuz?" diyerek gizli düşüncesini yanıtladım.
Koluma girdi, Kont'tan, çocuklarından, rahipten, koşup gelmiş insanlardan ayrıldı, çimenliği dönerek, ama gözleri hep önünde, beni hepsinden uzağa götürdü; sonra, sesinin duyulmayacağını anlayınca, "Félix, dostum," dedi, "bir yeraltı labirentinde yolunu bulmak için elinde bir yumak iplikten başka bir şey bulunmayan, bu iplik de kopacak, diye titreyen insanın korkusunu bağışlayın. Sizin için her zamankinden de fazla Henriette olduğumu, beni hiç bırakmayacağınızı, hiçbir şeyin benden üste çıkmayacağını, her zaman bağlı bir dost olacağınızı yineleyin bana. Birdenbire geleceği gördüm, her zamanki gibi yüzünüz parlak, gözleriniz bana dönük değildiniz: Bana arkanızı dönüyordunuz."
"Henriette, Tanrı'dan daha çok tapılan sevgili, yaşamımın çiçeği, zambağı, nasıl oluyor da bilincim olduğunuzu, ben Paris'teyken ruhum burada olacak ölçüde yüreğinizle birleştiğimizi bilmez oluyorsunuz? On yedi saatte geldiğimi, her tekerlek dönüşümün sizi görür görmez bir fırtına gibi patlayan bir düşünceler ve istekler dünyası götürdüğünü söylemem mi gerek size?"
"Söyleyin, söyleyin! Kendime güvenim var, suç işlemeden dinleyebilirim sizi. Tanrı, ölmemi istemiyor: Yaratıklara soluğunu dağıttığı gibi, kurak bir toprak üzerine bulutların yağmurunu boşalttığı gibi, sizi bana yolluyor; söyleyin, söyleyin! Arılıkla mı seviyorsunuz beni?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vadideki Zambak
ClassicsVadideki Zambak, ilk yayımlanışında (1836) beklenen ilgiyi görmemiş, Balzac'ın en az satan kitaplarından biri olmuştu. Oysa yazar, üzerinde en çok çalıştığı, en kusursuz, en büyük romanlarından birini yarattığı kanısındaydı. Zaman Balzac'ı haklı çık...