Day 32 / Listen my words well, son

5.3K 645 599
                                    

Her şeye tozpembeymiş gibi bakmak bana göre değil, bilirsiniz. Genelde olabilecek en kötü ihtimali düşünür, aklım sıra mutluluğumu garantiye alırım bu şekilde. Kalbimle değil beynim ile hareket etmeye ve mantığım doğrultusunda karar vermeye çalışırım. Yani, çalışıyordum. Jimin hayatıma girene kadar.

Onun gelişi, gözlerime camları pembe bir gözlük takmak gibiydi. O gözlüğü taktıktan sonra tüm dünyam değişmişti, aydınlanmış ve renklenmişti. Yanında istesem bile mutsuz olamıyordum çünkü varlığı beni iyileştiriyordu resmen. Başıma gelen kötü şeyleri unutturuyordu, bir çeşit uyuşturucu gibiydi fakat kesinlikle zararsız olanlarından.

Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, içerisinde onun bulunduğu bir konunun veya durumun beni mutsuz etmesi olacak iş değildi. Öyle değil mi?

Resmi olarak, yarından itibaren Jimin ve ben aynı evde yaşıyor olacaktık. Tabii ben aşırı heyecanımdan dolayı kalp krizinden ölmezsem.

Açık konuşmak gerekirse teklif ettiği an ona inanmamıştım, bana acıyor falan sanmıştım hatta. Fakat ertesi gün dükkana gelip kullanmadığı odayı benim için boşalttığını söylediğinde, tamam demiştim. Gerçekten de ev arkadaşı olacağım bu çocuk ile.

Şimdi ne mi yapıyorum? Sayesinde Jimin'in evine taşınacağım arkadaşıma bakıyorum ve hayır, henüz ona söylemedim. Vereceği tepkiden korkuyordum açıkçası, bana kızabilirdi, Jimin'e kızabilirdi, neden onun evine taşınmadığım konusunda zırvalayabilirdi. Buna verecek cevabım elbette ki vardı ama bu onu daha fazla sinirlendirmekten başka bir işe yaramazdı.

Son gelen müşteri biraz önce çıkmıştı ve dükkan sessizdi. Jungkook ise oyun oynuyordu, her zamanki gibi.

Fırsat bu fırsat söylemeliyim diyerek kendi kendime gaz vermeye çalıştım biraz ve boğazımı temizledim konuşmaya başlar gibi. Jungkook'un dönüp bana bakması gerekiyordu. Filmlerde böyle olurdu çünkü.

Çabama rağmen bana bakmayan arkadaşımın ilgisini çekebilmek için biraz öksürür gibi yaptım bu sefer ama yok, Jungkook yine oralı olmadı. Biraz daha derinden bir ses çıkardım sonra fakat kuru boğazımı fazla zorladığımdan yalancı öksürüklerim gerçek öksürüklere dönüştü ve ben boğulmama ramak kala ancak durabildim, nefes nefese arka taraftaki küçük mutfağa gittim ve koca bir bardak su içtim. Derdi neydi bu çocuğun?

Geri geldiğimde Jungkook varlığımdan bir haber haldeydi, ve bu normal değildi. Fırtına öncesi sessizliğini andıran bu garip hava giderek cesaretimi kırıyordu fakat bugün ona söyleyemezsem sorasında direkt onun hortumuna kapılırdım ve Jungkook beni mahvederdi, cidden bunu yapardı.

"Dostum, grip olduysan işe gelmemelisin." bir süre sonra kafasını kaldırmadan konuşunca o, sinirle soludum ve oturduğum yerden kalkıp onun önüne geçtim.

Az önce boğazlarım yırtılmıştı resmen fakat o hala bana bakmıyordu!

Bir elimi alnıma koydum ve sabır diledim tanrıdan. Çünkü Jungkook ile arkadaş olmak için sabır taşı olmanız gerekiyordu, aksi takdirde sinir hastanesine kaldırıldınız; net.

"Elindeki telefonu yere atıp parçalamadan önce bana bakmak için üç saniyen var Jeon Jungkook." can evinden vurulmuş gibi telefondan başını kaldırdığında elindeki cihazı hemen arkasına koydu. Eh, arkadaşını tanımak böyle bir şeydi işte.

"Dinliyorum." dedi bana bıkkınca. Vakit kaybetmeden önündeki sehpaya oturdum ben de ve ellerimi dizlerimin üzerine koyup derin bir nefes aldım.

"Evsiz kaldıktan sonra nereye taşınacağımı bana sormadın." diye başladım söze. Önce ona kızarsam, onun bana kızmasına fırsat kalmazdı ve en az hasarla kurtulurdum bu kavgadan diye düşünmüştüm bunu söylerken.

Loser × vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin