power.

1.7K 200 46
                                    

"Yıldızlar kadar sonsuz ol, yıldızlar kadar güzel olan."

Soo Min'in saçlarındaki elimi geri çekerken bir yandan da elimdeki kağıda baktım. Sonunda replikleri tamamen ezberleyebilmiştim ve tüm ekip arkadaşlarım bu durumdan memnundu. Yaklaşık üç haftadır sarhoş gibi dolaşıyordum ve bunun sebebi yalnızca Jin'di. Barıştığımız günden beri sürekli yan yanaydık. Her provama benimle birlikte gelip en arkada oturuyordu. Sıra ne zaman bana gelse Jin'in varlığı yüzünden söyleyeceklerimi unutuyordum. Bugünse Jungkook'a ödevi için yardım ediyordu. Beni izlemiyor oluşunun verdiği rahatlıkla sahneleri iyi bir şekilde canlandırıyordum.

"Bu bir yazgı, Romeo. Senin ay ışığınla aydınlanmadığım bir gecede yıldızlar kadar güzel olmamın bir anlamı yok."

Soo Min ellerini nazikçe göğsüme koyarak bana bir adım attığında istemsizce gerilmiştim. İyi ki Jin burada değildi, onun karşısında oyun gereği de olsa bir başkasıyla yakın olmak istemiyordum. Boğazımı temizleyerek sol kolumla belini sardım.

"Bu yazgı, bizi birbirimden ayıracak Juliet. Ah, Juliet, benim parlayan ışığım."

Dudaklarımız git gide birbirine yaklaşırken Soo Min'in belindeki elimi sıktım. Kafka ya da Shakespeare olsaydım ne olurdu sanki?
Soo Min'in yanağına doğru eğilirken salonda yankılanan ses ile geri çekildim. Jin, yere düşürdüğü kitabı almak için eğilirken Soo Min'den tamamen uzaklaşarak tüm dikkatimi sevgilime verdim. Kulüp başkanı ve yönetmenimizin onaylamayan bakışları Jin'in üstündeyken, özür dileyerek kapıdan çıkışını izledim. Ne zamandan beri buradaydı?

"Burada keselim. Bugün yeterince iyiydiniz, bir dahaki provada görüşürüz." Yönetmenin sesiyle birlikte Jin'in az önce çıktığı kapıda olan bakışlarımı ona yönlendirdim. Derin bir nefes alıp sahneden indim. Kendimi gergin ve üzgün hissediyordum. Ne olursa olsun bir başkasıyla yakın olmaktan hoşlanmıyordum. Her ne kadar tiyatroyu sevsem de bunu sevmiyordum işte. Salondan çıktığım an karşı duvara yaslanmış, elindeki kitabın kapağıyla oynayan Jin'i gördüm. Dudaklarımı birbirine bastırarak ona doğru ilerlerken beni fark etti. Dudaklarına zoraki bir gülümseme yerleştirdi fakat bu beni daha da üzmüştü.

"Hyung? Sen Jungkook'un yanında değil miydin?" diye sordum sakin bir sesle.

"Evet, ödev erken bitince ben de seni almaya geldim." Sesi kırgın çıkıyordu. Sıkıntıyla iç çekip ona doğru bir adım attım.
"Gidelim mi burdan?"
Olumlu anlamda kafasını sallayıp sırtını duvardan ayırdı. Yan yana çıkışa doğru yürürken nedensizce üşüdüğümü hissettim. Ondan biraz bile uzak durmak beni üşütüyordu. Elimde olmadan onu kırmış mıydım? Bu düşünce benim de kalbimi kırıyordu. Alt dudağımı dişleyip ona kısa bir bakış attım. İfadesiz bir şekilde yere bakarak yürüyordu. Kaşlarımı çatarak bakışlarımı ondan çektim. Ne olursa olsun aramızdaki soğukluğu çözmem gerekiyordu.

Jin, arabayı sahilin biraz yukarısındaki düzlüğe park edip indiğinde ben de indim. Yol boyunca hiçbir şekilde konuşmamıştık. Defalarca gözlerim dolmuştu ama hepsinde ağlamamayı başarmıştım. Peşinden sahile doğru yürürken söze nasıl başlamam gerektiğini düşündüm. Ortada özür dilenecek bir şey yoktu. Hatta ortada sorun bile yoktu aslında.
"Sorun ne?" diye sordum bir anda. Adımları yavaşlarken ben de onun karşısına geçtim.
"Hiçbir şey." dediğinde kaşlarımı kaldırdım.
"Hiçbir şey olmadığı için mi yüzüme bile bakmayıp benimle konuşmuyorsun?"
Bakışlarını arkamdaki mavilikten çekip gözlerime sabitlediğinde sessizce yutkundum. Etrafta bizden başka kimse yoktu ve bu yüzden rahat hissediyordum.

"Bak, sadece... Bilmiyorum. Seni bir başkasıyla yakın görünce, hem de oldukça güzel bir kızla... Neredeyse öpüşüyordunuz... Ve ben, bilmiyorum kötü hissettim."
Jin cümlelerini toparlayamadan konuşurken ellerimi yanaklarına yerleştirip dudaklarımızı birleştirdim. Anında karşılık verip öpüşmemizi derinleştirirken elleriyle belimi sardı. Nefes alma ihtiyacı duyarak geri çekildim ama yine de araya mesafe koymadım.

INEFFABLE | TaeJinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin