Velet

10 2 0
                                    

Sudaki yansımamdan alnımdaki morluğa bakmıştım. Ne olduğunu sorarsanız açıklayayım. Yaklaşık on dakika öncesine dönelim. Yaklaşık omuz hizamdaki boyu ile üstün bir havası olan ve yüksek kibirle çenesi kalkıp bana yukarıdan bakan - bakmaya çalışan- çocuğa kendimi tanıtmak için hafifçe eğildim ve adımı söyledim. O ise "Aynen böyle. Önümde eğil velet!" dedi. İçimden gelen bir istekle uzun parmaklarımla alnına sert bir fıske çektim. Sonuç olarak sıradan bir askerdi ve bana bağıramazdı. Ayrıca muhtemelen ondan büyüktüm. Ayrıca küçük bir detay; alnındaki küçük kızarıklık, büyütmüş olduğu gözleri, hafifçe açılmış ağzı ve "Sen ne yaptın" bakışları onu daha tatlı gösteriyordu. Ama ben onun ne kadar tatlı ve küçük olduğunu düşünürken o bir anda bambu katanasının kabzası ile alnıma sertçe geçirdi ve "İlk ders: Saygıyı öğren!" deyip gitti. Ben de kendimi çevredeki ilk su birikintisine attım ve Tanrım! Acıyordu! Savaşçıların Tanrısı Bishamon aşkına veledin boyunun üç katı kadar gücü vardı. Derin bir nefes aldım ve tekrar dojoya geri döndüm. O sırada kovada su taşıyan, bir yandan da mızıldanan Jungkook'u gördüm. Jungkook güçlüydü ama gücünü laubalilik için kullanırdı. Oysa sarı sert saçları ve siyah samuray yukatası ve kırmızı kimonosu ile ışıldayan adam çay içerken -ve Jungkook'u izlerken- oldukça keyifsiz görünüyordu. Muhtemelen laubalilik ona göre değildi. O sırada birinin omzuma dokunması ile irkildim. Arkama döndüğümde üstünde siyah samurai yukatası olan bir velet görmeyi beklemiyordum. Bambu kılıcı burnumun hizasına getirdi.

-Ben Park Jimin! Adımı öğrensen iyi olur velet!

En sonunda vazgeçip direk sordum.

-Yaşın kaç ki bana velet diyorsun!
-Ben 22 yaşındayım!
-Ha ha! Velet değilim o zaman! Aynı yaştayız!

İstifini bozmadan katanası ile başımı dürttü.

-Beyin yaşım üstün, velet!
-Benim de zevkim* uzun! Ya da boyum.

Sol gözü seğirmeye başlayınca onun kızgınken ne kadar sevimli olduğunu düşünerek yan bir gülümseme attım. O sırada karnıma gelen bambu katana ile yere yapıştım. Bu çocuk sevimli falan değildi!!!

Gün boyunca bana kuralları anlatan yarım kadar bir veledi dinledikten (!) sonra Jungkook ile konuşmaya fırsat bulamadan kendimi dojonun odalarından birinde uyurken bulmuştum.

"Bana saygısız olma!", yoksa?

"Kaçma!", kaçtım ne yapacaksın?

"Ben bir samurayım! Ona göre davran", sanki öyle görünüyor da! "

Bana ayak bağı olma, meşgulüm!" bana ne!

"İstediğin silahı kullanamazsın!", sana ne!

Resmen başıma dikilmiş prenses. Bir de "Çay yap" dedi arada. Öf o ne be. Boyu sağ olsun doğru düzgün dikkate de alamıyorum ki! Minnacık bir şey işte! O sırada biri adımı fısıldadı. Odama girdi. Yanıma gelirken bir iki şeye çarptı. İlk başta kim olduğunu anlamasam da artık biliyordum. Yavaşça doğruldum ve fısıltı tonunda çığırdım.

-Uykuda da mı rahat yok?! Ne var Jungkook?! Ne?!
-Ne bağırıyorsun be?!
-Of sus! Ne oldu?
-Şey... Kovuldum.
-Ne?
-Benimle ilgilenen samuray ceza olarak beni odamdan attı.
-Git başka bir yerde uyu!
-Ama Taehyung!
-Git artık!
-Taehyung! Lütfen lütfen lütfeeen~~

Sessizlikle onun ayışığında parlayan gözlerine bakarken iç çektim.

-Lütfen?

Son bir tatlı ses tonu ile sorduğunda başımı iki yana sallayıp yatakta yana kaydım. Yanıma hevesle yattı. Uyumasını ardından ben de uyumuştum. Huzurum tamamen benimleydi o an. Taa ki, sabah ki o manzaraya kadar.

Last Dream of the HopelessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin