Gözyaşları

7 1 0
                                    

Tam dolaptan çıkacaktım ki sürgü resmen kırılırcasına açılmıştı. İçeri tüm endamı ile Yoongi girdi ve inanılmaz sinirli görünüyordu. Jihoon ise arkasından minik ama hızlı adımlarla gelmişti. Yoongi bir anda Jimin'e sarılınca içimdeki kıskançlık gün yüzüne vurmak üzere alev almıştı. Jihoon sadece ayağına bakıyordu. Jimin ise sadece ağlıyordu. Hıçkırarak ağlıyordu ve bu içimi parçalıyordu. Yoongi derin bir nefes aldı ve yapabildiği kadarıyla sakin görünmeye çalışırarak konuştu.

-Olabildiğince sakin ol Jimin... Dayanman gerek.

Jimin'in ağlaması hafifledi.

-İstemiyorum artık... Kurtar beni Yoon-nii... Lütfen...

Nii? Abisi miydi? Soyadı farkı vardı gerçi. Aklımdan teoriler geçerken Jihoon konuştu.

-Özür dilerim. Jimin ben özür dilerim. Olacakları tahmin etmeme rağmen sustum ve be--
-Sus Jihoon!

Jihoon ağzını açmadan Jimin tekrar bağırarak ayağa fırlamıştı.

-SUS ARTIK SUS!

Jimin'in bağırışı beni yerimde sıçratmıştı. Bu çocuk beni korkutuyordu. Jihoon'un gözleri dolmuştu ki bu beklemediğim bir şeydi. Yoongi Jimin'in bileğini tuttu ve oturttu.

-Sinirini başkasına vurma Jimin... O senin kardeşin.
-Ama hiç kardeşlik yaptı mı?! HA?!

Jihoon'a hışımla döndüğünde söylediği şeyi hazmetmeye çalışıyordum

-Bir kere yardım ettin mi?! Kurtarmak istedin mi?! HAYIR! BEN BİR KÖLE OLDUM VE KARŞILIĞINDA SEN NE YAPTIN?! RÜTBE ALDIN! TEBRİK EDERİM PARK JİHOON! HARİKA KARDEŞSİN! AĞABEYİNE HARİKA DAVRANIYORSUN! DEVAM ET!
-Nii yeter!
-Bana "Nii" deme! Eğer beni ağabeyin olarak görsen çoktan kurtarırdın!
-PARK JİMİN! OTUR! PARK JİHOON! ZIRLAMAYI KES! VE KİM TAEHYUNG! SAKLANDIĞIN YERDEN ÇIK! JEON JUNGKOOK! KAPININ ARKASINDA OLDUĞUNU BİLİYORUM!

Jimin'in adımı hafifçe fısıldaması kalbim için bir şölen, benliğim için ağlama kaynağımdı. Yutkundum ve dolabın kapağını açtım. Jimin bana korkuyla bakıyordu. Jungkook da başını eğerek içeri girdi. İkimiz de başımızı eğdik. Açıkçası Yoongi'nin beni fark etmesi harika bir şeydi ama etkilenemeyecek kadar tuhaf hissediyordum. Jimin'e bakamıyordum bile. Yoongi dibime kadar geldi.

-Ne zamandır buradasın? Jimin'i gördün mü?
-Be-Ben...

Derin nefes alıp Jimin'e baktım. Yine ağlamaya başlamıştı.

-Evet.
-Jimin... Senin için bu bir sorun mu?

Jimin bana baktı. Yutkundu, buradan duymuştum. Ağzını açıp geri kapattı, düşünüyor olmalıydı.

-Ben... Açıkçası görmemeni ve bilmemeni tercih ederdim. Ayrıca eğer söyleyeceksem bile tanık olmanı istemezdim. Ama benim için sorun değil. Sadece...

Gözyaşları şiddetlendi. Acınası görüntüsü yıpranmış güzelliğini kapatmıyor ve onu korunası biri yapıyordu. Hıçkırıklar arasında konuşmaya çalıştı.

-Bana bakış açın değişmesin o-olur mu? B-Ben... Ha-Hala... Hala aynı Ji-Jim-Jimin'im... Yani...

Bir şey demesine izin vermeden sarıldım. Odadaki kişilere takmadan, Yoongi'yi takmadan, Jimin'in kardeşini takmadan, çocukluk arkadaşım Jungkook'u takmadan... Bu ikimiz arasında özel bir ilişki gibiydi. İkimiz arasında bir sır. O da bana sarıldı. Ondan ayrıldım ve gözyaşlarını sildim. Derin bir nefes aldım ve gülümsemeye çalıştım. Jimin ise bu gülümsemeyi sömürmek istermişçesine yüzüme bakıyor, gözler ile yüzümü uzun uzun süzüyordu. O sırada odaya Prens Jin geldi. Jungkook ile ben kafamızdaki soru işareti ile duruyorduk.

Hepimiz önümüzdeki çaydan birer yudum alınca Jihoon konuşmaya başladı.

-Ben Park Jihoon'a, Park Jimin'in kardeşi; Min Yoongi'nin ikinci öğrencisi ve üvey kardeşi.

Yani Yoongi onların üvey ağabeyiydi. Kıskançlığım derin bir nefes ile son buldu

-Jimin, birkaç yıldır bir prensin sevişme aracı olmuş durumda. Ve onu kurtarmak zor çünkü ailenin şımarık çocuğuna denk geldi.

Ben çözüm yolu düşünürken Jungkook oldukça -fazlasıyla- rahat bir tonda konuştu.

-Kurtulmanın yolu oldukça basit.
-Jungkook... Aptallığını belli etme.
-Hayır! Ciddiyim! Yapması gereken tek şey istediğini vermek.

Sinirle Jungkook'a döndüm.

-Yanlış anlamayı kes Taehyung ve beni bir dinle! İstediğini verirsen, hevesli olmadan, "Yapalım da bitsin" modunda takılırsan, senden sıkılır. Karşı gelince seni çekici bulur, hevesli olursan seni ölüme bile sürükler. Bu tavır en iyisidir.

Hepimiz şaşkınlıkla Jungkook'a bakarken Jungkook sırıttı.

-Tabi ki çok zekiyim.

Yoongi göz devirip başka yöne baktı. Biz gülerken Jimin durgundu. Herkes Jimin  konuşurken ben gözlerimle Jimin'i okşuyordum, zamanla herkes çıkmıştı. Jimin ve ben odada tek başımıza olana kadar sadece ona bakmıştım, o da yere bakmıştı. Jimin'in elini tuttum. Bana bakışlarını yöneltti. Elini bırakmadan ona sarıldım.

-Sen Jimin'sin. Sen harikasın. Güçlüsün. Dayanıklısın. Yaparsın. Tehlikelisin sen. Eminim neler neler yaşadın. Bunu bilmesem de bildiğim şey güçlü olduğun ve güçsüz hissettiğin her an, elini tutup gülümseyeceğim. Sen bana o kıkırtını sunana kadar...

Bana baktı, gözleri dolmuştu. Ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Ben de nadir bir şey yaptım. Ne zamandır yapmaktan kaçtığım, yapamadığım -yapmadığım- o gülüşü yaptım. Gözlerimi kısıp yanaklarımı şişirdim, dudaklarımı özenle gerdim. Dişlerim inci gibi parlarken kare şeklindeki gülüşümü ortaya attım. Ve önce Jimin'i kıkırtısını, ardından kahkahasını duydum kulaklarımda, bir kez daha.

-Çok tatlısın Taehyung.

Yanaklarım kızarırken gülümsemem genişledi. O da bana kendi gülüşünü sundu. O gece oturduk ve saatlerce konuştuk, güldük, gülümsedik, sarıldık, ağladık. Ve ben aşık oldum sonunda, en derinlerden...

Last Dream of the HopelessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin