Berduş, sabah erken saatlerde bir telefonla uyandı.
''Hastanedeyim ve gerçekten çok yalnızım.'' diyordu telefondaki kadın. O kadın, annesiydi. Bu sefer tanımıştı.
Berduş onu görmeye gittiğinde kadını tanımakta zorlandı. Odası küf ve kusmuk kokuyordu. Geceden içtiği her şeyi kusmak üzereydi. Dayanmalıydı. Annesine, babasının sürekli söz ettiği gibi bir adam olmadığını göstermeliydi.
Bir süre karşılıklı sustular. Onlar birbirlerini çok iyi tanıyan iki yabancıydılar. Kadın ''Pek iyi görünmüyorsun. Hasta mısın?'' dedi sessizliği bozarak. Sanki senelerdir görüşmeyen onlar değilmiş gibi. Berduş, bugün hasta olduğunu yarın yine uğrayacağını söyleyerek koşa koşa kaçtı o pis kokulu odadan.
Ertesi gün yine hastaneye giderken çiçek almak istedi annesine. Hangi çiçeği sevdiğini hatırlayamadı. Odasına geldiğinde kapıda bir çelenk olduğunu gördü. Geçen günkü kusma isteği tekrardan bastırmıştı. Midesi bulanıyor, başı dönüyordu. Hemen çıktı hastaneden. İlk bulduğu köşeye boşalttı içtiği biraları ve acısını.
Otobüse atladı ve eve gitti.
İki katlı bir evde merdiven olması kadar doğaldı yaşadığı.