Düşünme oğlum, düşündün düşündün de ömrünü çürüttün deyip, sağlık ocağının yakınından ayrıldığımda baya vakit geçmişti zaten.
Ne yapıp kafa dağıtmam gerektiğini çok düşünmeme gerek yoktu. Babaannem meyve bahçelerinde çalışan işçilerimizi kontrol etmemin ve başlarında durmamın onların verimi açısından iyi olacağını söylemişti. Yorulup derin bir uyku çekmekten daha iyi bir fikrim olmadığından, yorulmak adına adımlarımı bahçelerimize çevirdim.
Yıkık döküktüm ruhen ama, dimdik yürüyen Park Chanyeol'den ödün vermeden sokak sokak eledim. Güçlü hissetmem için, güçlü hissedilmem gerekiyordu. E yaptım kendimce, çatık kaşlarım en güzel gizleyendi buğulu gözlerimi.
Sonunda geniş meyve bahçelerini gördüğümde, başıma işçilerin malzemelerinin bulunduğu küçük depodan bir şapka taktım ve kontrolleri elime alarak çalışmaya başladım.
Öğlenim çalışarak bitmişken, güneşin batma vaktine kadar da durmadan çalışmıştım. Düzenlerinin bozulmasına izin vermediğim işçiler, benim deli gibi çalıştığımı gördükçe daha fazla çabalamış, bir gün için epey olumlu sonuçlar çıkarmıştılar.
Tüm bu işlerin bitmesi için sadece üç günleri kalmıştı, bahçelerimizi bitirmek istiyorlarsa hız kazanmaları gerekiyordu, aksi takdirde bütün mal harap olacaktı. Bunun zararı da onların ücretlerinden düşecekti elbette. Bugün bir örnekti onlar için, bambaşka sebeplerden ötürü, iyi bir şeyler yaptığım için memnun hissediyordum. En azından babaannem biraz olsun işe yaradığımı düşünecekti.
Susamış bedenim içerisinde su olan her şeye çekiliyorken elime bir elma aldım ve başımdaki şapkayı çıkarmadan çalıştığım alandan ayrılmaya yüz tuttum. İşçiler de dağılacaklardı az sonra, hava kararıyordu.
Buruk gülümsemesi sikik bir şekilde dudaklarına yapışık kalmış suratıma, birinin yumruk atmasını dilemek yerine sadece elmamdan bir ısırık aldım. Evlere çekilmeye başlamış insanlardan dolayı kasaba boş duruyordu. Yavaş yavaş yanmaya başlayan ve kasabaya sıcak bir yuva havası veren ışıklar ise süslemeye başlamıştı akşamı.
Elma yemeyi sevmememe rağmen ısrarla hayatım boyunca yemiştim. Yine yiyordum. Uzun adımlarım hafif dikliği tırmanırken, sessizlikle boğulduğum güzel ormanlık alana yürüyor ve küçüklüğümden beri bana ait olan o alanın hasretini her zerremde çekiyordum. Huzuru hissedebildiğim az yerdendi. Huzurumu da koluma takıp, beraber uyuyakaldığımız tek yerdi.
Şimdi huzur huzur olduğundan habersiz, başka kollarda gülüyor muydu? Rolüm neydi benim bu masalda, ömrünü severek geçiren ama sevdiğini hiç kazanamayan aciz kötü oğlan. Ben kötü olmamıştım hiç, belki de masala dahil dahi olamamıştım.
Elimdeki elmayı ağaçların arasına öyle başıboş fırlatıverdim ki, elimden de düşmüş olabilirdi. İstekli mi yapmıştım emin değildim. Favori yerime birkaç adımda vararak yorgun bedenimi ağaçların dibine sundum. Uzun bacaklarımı ileriye doğru uzattım ve başımı geriye yaslayarak göz ucuyla yanıbaşımdaki papatya takımında gezindim. Sonra dayanamadım elimi uzattım onlara doğru, kadife yapraklarına zarar veririm korkusuyla hafifçe dokundum üstten hepsine.
Yorgun gözlerim buğulanmamak adına habire kırpışıyorken, bariz bir gülüş kaçtı dudaklarımdan. Halime, tavrıma, durumuma bariz bir gülüş.
Sonra bıraktım papatyaları ve gözlerimi sıkı sıkı yumup, rahatsız gibi duran ama beni papatya kokularıyla avuçlayan ağacın dibinde uyumaya koyuldum.
Gönül isterdi sabaha kadar kapalı kalsın gözlerim, kimse uğramasın yamacıma da dinleneyim. Ama umduğum gibi olmadı. Ben daha uykuya dalamamışken bariz adım sesleri duyuldu yakınlarımda. Yaklaşanı kavramaya çalışır gibi dikkat kesildim. Adımlarını yavaş atıyordu, beni fark etmişti muhtemelen ve rahatsız etmek istemiyordu.
Memnun bir halde uykuya dalmaya yaklaşmış halime dönmeye meylettim. Ben dalıp giderdim bir iki dakikaya ama yanıma yaklaşan beden, doğrudan beni hedef almış gibiydi. Çok yakınıma geldiğinde durdu. Kısa bir an, güneşin bitmiş tükenmiş ışıkları arasından gölgesini hisseder gibi oldum. Kasabayı önüme alan tarafta duruyor olmalıydı, ışıklar yüzüme doğru seyrek çarpışlarını dindirip beni daha huzurlu bir karanlıkta bıraktılar.
Merakla beklemeye devam ettim. Yeniden ışıklar yüzümü vurduğunda ve yanımda o bedeni hissettiğimde, artık uykum falan kalmamıştı. Dışarıdan uyuyor görünsem de, yakınında bile değildim.
Sağımdaki yabancı beni rüzgârdan korur da bir işe yarardı düşüncesine kapılamadan, solumdan esen rüzgâr benim ona korunak olmamı sağladı. Savrulan saçlarımdan bir tutam kısmen önüme meyletti. Huylanmıştım ama elimi kaldırıp da dokunamayacak kadar uyuyormuş izlenimi vermeye çalışıyordum. Uyuyan birini bakışlarına hapsetmiş yabancı ise, pes etmeden beni izlemeye devam ediyordu.
Yine sol yanımdan esen rüzgârla dağılan ince saç tellerim, onlara temas eden sıcak bir dokunuşla düzeltildiler. Tenime hafifçe değen eller kibardı, kasabanın kızlarından biri olabilirdi. Belki gizli birkaç hayranım vardı ve bir tanesi beni uyurken yakalamıştı. Ya da öyle zannediyordu.
Beklemeye devam ettim. Benimle ne kadar ilgilendiğini anlamak adına, sıkılmadan ne kadar bekleyeceğini beklemeye başladım. Sol yanımdan vurmayı alışkanlık haline getiren her rüzgârdan ben onu koruyorken, o da saçlarıma sevgi dolu dokunuşlar bırakıyor ve onları sevgiyle yerlerine taşıyordu. İlgisi hoşuma gittiğinden gözlerimi açmak istedim. Sonra onu utandırmaktan korkarak vazgeçtim. Madem uyuduğumu bilerek yanıma kadar gelmişti masum bir kasaba güzeli, o gidene kadar uyurdum ben de.
Benimle bekleyişine sıcak hissiyatlar yükledim. Onu tanısam bir ağabey gibi seveceğimi ve onunla sohbet edeceğimi düşündüm. Öyle yakınımda duruyor, benimle öyle sevgiyle ilgileniyordu ki, gözlerim kapalı tenime değen bakışlarını görüyor gibiydim. Bana olan ilgisi her zerremde hissedilecek kadar saftı. Tuhaf bir şekilde huzurlu hissettim yanı başında, bir an için neden böyle hissettiğimi dahi sorgulamayı bıraktım.
Hemen sonra, rüzgâr bu sefer sağ yanımdan esiverdi. Ah bir rüzgârdı da esti gitti demek istedim. Akşamın en dingin vakitlerinin serin bir rüzgârı olsun istedim.
Ama olmadı. O rüzgâr, sağ yanımdan bana tanıdık çiçek kokuları taşıdı. Nefesim kesildi de ikinci kez soluyamadım o kokuyu. Sağ yanımda duran bedenin kim olduğunu fark ettiğimde, artık istesem de gözlerimi açamazmışım gibi hissettim.
Ama o yine ellerini yükseltti saçlarıma. Bozulmamış olmalarına rağmen dokundu onlara. Buram buram Baekhyun kokuyordu ortalık, burnumun dibine girmişti de nefesim olmuştu.
Güçlü kalmak isteyen benliğim yine yıkılmışken, ne yapacağımı, ne düşüneceğimi şaşırıp durmaya devam ettim. Baekhyun huzurla ağaca yasladığım bedenime sokulmuş, saçlarıma kıyamazmış gibi dokunuyordu. Çiçek kokularını utanmadan ciğerlerime dolduruyordu. Amacı neydi kavrayamıyordum. Parça parça ettiği yerden beni neden iyileştirmek yerine, uzaktan, gizliden yapıyordu tüm bunları?
Doktora sunduğu gülüşler geldi aklıma. Şimdi bir de tenime sunduğu dokunuşlar. Arada kaldım. Çok aklı başında bir herif değildim, konu Baekhyun ise hiç değildim.
Gözlerimi açtım utanmadan. Hazırlıksızdı hamlem ve kahveleri, onlara değen kasaba ışıklarıyla gözlerimi buldu. Parlayan göz bebeklerine hızla yayılan duygular, hiçbiri üzerinde kafa yoramadım. Aniden dolmuş gözlerimi gördüğünü biliyordum. Işıklar bu denli üzerimize düşmüşken, görmeme şansı var mıydı hayal kırıklıklarımı?
On saniye ya da onbeş saniye, sessizce gözlerimiz dokundu birbirine. O uyuduğumu sanmasının şaşkınlığıyla kalakalmıştı, ben de gözlerinin sarhoşu olduğumdan duruyordum. Sonra bedenimi çektim yanından, dolu gözlerimi de aynı şekilde önüme çevirdim ve onu o ağacın dibinde, bensiz, tam da istediği gibi bırakmadan önce duraksamadım hiç.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Daisy ♤Chanbaek
Fanfictionİlkbaharı kıskandıran bir papatyaydı ve her bir zerrem aşıktı her bir zerresine.