Geçen sene, Mart'ın on yedisi öğlen vakitleri. Otobüste uyuyakalmışım. Jongin hayatıma girmeden iki üç saat öncesini kendi doğum günümden net hatırlarım, o zamanlar evim yeniydi ve annem pek huzurlu olduğundan bahsediyordu. Ben de aslında kendi evim var, yaşıyorum bu hayatı diyip gün boyu otobüslerde sürünüyordum. Kocaman bir belirsizlik içindeydim. Neden yaşıyorum, ben şimdi ne yapıyorum diye kendi kendime kafayı yemeye başlamıştım.
Mutsuzdum, ağlardım. Bazen üzülürdüm sonra üzüldüğüme üzülüp tekrar ağlardım. Ablamın tavsiyesiyle gittiğim doktor bana Lustral yazmıştı. İçmem gereken saatler belliydi fakat ben kafama göre içerdim. İçince sinirlenmek bile lüks geliyordu çünkü. Biraz kilo da almıştım, ki bu istediğim bir şeydi.
Fakat nasıl oldu aklım almış değil, o on yedi Mart günü ilacın etkisi o kadar çok ağır gelmişti ki, uyanamamıştım. Normalde ilaca alışık olan bünyem, o gün beni fena hâlde yarı yolda bırakmıştı. Son durağa kadar salyam cama aka aka uyumuştum.
Uyandığımda şöför vardı. Beni sürekli dürtüyor, kalkmamı söylüyordu. Kim bilir kaç saat uyumuştum, kaç saattir uyandırılmaya çalışıyordum, hava kararmaya başlamıştı.
"Pardon," dedim bıyıkları ahenkle sallanan şöföre. "Beni eve bıraksanız olmaz mı?"
Şöför bir süre boş boş yüzüme baktı ve taksi tutmamı söyledi. Sonra da beni resmen otobüsten attı. Bakıma gitmesi lazımmış falan, duymuştum gitmeden önce 'deli' diye söylendiğini. Bakıma falan gitmiyordu otobüs, görmüştüm tekrar geri döndüğünü.
Boş boş otobüsün arkasından bakıyordum. Düşündüğüm bir şey yoktu ama arkadan sesler geliyordu. Çok aşina olduğum sesler.
Valizin tekerlerinin merdiven basamaklarına tak tak diye vurarak yuvarlanma sesi, kadın çığlıkları, sertçe kapanan kapının sesi. Arkamı dönüp olan bitene bakmak için biraz ilerledim.
Ve sinirle parmaklarındaki siyah ojeyi kemiren Jongin'i gördüm.
Dedim ki, işte kader eşimi buldum. Gittim yanına tanıştım, ismini öğrendim, evim var dedim gözleri ışıl ışıl parladı. Gel, dedi sana gidelim. Asla itiraz etmedim. Tuttum yarım ojeli ellerini evime aldım. Sonra bir de onunla yattım ve hayatımın en kötü sevişmesini yaşadım.
Jongin için mükemmeldi ama benim için eziyetten öte bir şey değildi.
İlacın asla bilmediğim bir yan etkisi varmış: Geç ejakülasyon.
Jongin o günden sonra tanışmak ve birlikte yaşamak istediğini söyledi. Seksi seksi kulağıma eğilip "Bana Kai de," diye kıkırdandı. Evden atıldığı için bunu istediğini biliyordum. Gidecek bir yeri yoktu, yalnızdı. Alışırız diye düşündüm. Benim de buna ihtiyacım vardı. Sandım ki, her şeyimiz ortak gider; ortak hayat, ortak arkadaşlar, ortak işler, ortak gelir-gider.
Düşündüklerimin hiçbiri olmadı, biz birbirimize bütünüyle zıttık.
Başta inançlarımız çok farklıydı. O, Tanrı'nın olmadığını savunur dururdu. Fazla bir inancı yoktu. Ben ise tam tersi her gün Tanrı'ya dua ederdim. En azından babam için her zaman minnettar olurdum.
Dövmeleri sevmezdim. Onun, omzundan beline kadar uzanan ejderha dövmesi vardı ve onu oldukça seksi yapardı. Dövmeyi sevmesem de onun üzerinde sevmiştim.
Küpeleri sevmezdim fakat onun kulağında tam üç tane delik vardı. Daima delikleri kısa ve küçük figürlerle doldururdu. Genelde kuru kafa, yıldız ya da küçük şık figürler takar bana da deldirmemi söylerdi. Sanki o an kulağım delinecek gibi, elimi kulağıma bastırır şiddetle karşı çıkardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
F*cked My Way Up To The Top || Sekai
FanfictionJongin'le fena kavga etmiştik. Bu sefer kesin ayrılacağız, dedim kendi kendime. İkimiz de koltuğun iki ayrı ucunda nefes nefese otururken birbirimize laf söylüyorduk. Sonra gecenin bir yarısı Jongin sessizleşti ve aramızda şöyle saçma bir diyalog ge...