∞4∞ Kan

850 80 13
                                    

Düzenlendi...

Hye Jin erken kalkmayı başardığı günlerde pijamaları ile mutfağa iner, içinden geldiği kadarıyla yemek masasını hazırlardı. Fazla büyük olan pijamaları ona engel olduğunda kollarını sıyırır işine devam ederdi. Masa istediği gibi hazır olunca ocağın üzerindeki dolaptan büyük bir tabak alıp yaptığı tostlardan karnını doyuracak kadarını tabağa istiflerdi. İnce bir örtüyü hazırladığı masanın üstüne serer ve odasına dönerdi. Yemek masasında bir şeyler yemekten hoşlanmazdı.

Masada yemek yemekten değil de ailesinden çekiniyordu biraz. Konuşmayı sevmiyordu. Bu yüzden içinden geçenler oma kalmalıydı. Masaya oturduğunda annesi ve kardeşinin meraklı bakışlarını üstünde görmekten bıkmıştı.

4 kişilik yemek masasındaki iki sandalye daima boşken kendi yerini Ji Min adlı genç dolduruyordu. Misafir sıfatını uzun zaman önce bir kenara bırakmış evin yeni bir bireyi olmuştu. Ne annesi ne de kardeşi bu durumdan şikâyetçiydi. Bu yüzden kendisinin de konuşmaya pek hakkı kalmıyordu.

Gençten rahatsız olduğu söylenemezdi. Gencin fazlaca konuşkan ve hiperaktif olması kızı zaman zaman zora sokuyordu. Gencin sözlerine cevap vermek bile yoruyordu kızı.

Genç masalarına dahil olduğundan beri kahvaltı ritüeli hazin bir şekilde sonlanmıştı.

Mutfağa girip yemek masasındaki tek boş sandalyeye -Ji Min'in karşısındaki- oturdu. Bir süre etrafa bakıp masadakileri dinledi.
"Tadilat ne zaman bitecek?" Hyun Jin fazla yüksek sesiyle ablasının kulak zarını zedelemeyi aklına koymuş gibiydi.

Hye Jin iki genci dinlerken başını masaya koydu. Saçları masanın üzerine dağılmışken Ji Min'in tabağına düşen saçlarını ittirdiğini görüyordu.

Gencin ince sesi kardeşinin borazan sesine göre kulağını rahatsız etmiyordu. "Bugün eşyaları yerleştireceğiz. Yarın da okula başlayacağım."

"Yardım ister misin?"

"Gerek yok Hyun Jin-ssi. Zaten pek bir sey kalmadı." Ji Min'in koca dudaklarındaki gülümsemeyi gördü kız.

Konuşmaya sonradan dâhil olan annesi genç kızın uykusundan sıyrılmasına neden olmuştu. "Hye Jin seninle ilgilenir, değil mi kızım?"

Genç kız ani bir hareketle başını kaldırdı fakat saçlarından bir tutam kardeşinin çatalına takıldı. Hye Jin acıyla sızlanırken saç diplerini ovuşturdu.

Heyecanla dolu büyük gözleri görünce 'hayır' diyememişti Hye Jin.

"Oh, sabah erken gel lütfen." Gence dönüp çatallaşmış sesiyle söyledi Hye Jin.

Masadan kalkıp üzerini giyinmek için odasına çıktı.

Geniş ve pofuduk yatağının sol yanındaki komodinden bulabildiği en kalın çorabı aldı. Yataktan inmeden sağda kalan komodine uzandı. Oradan da kalın bir badi alıp küçük beyaz gardırobuna döndü. Birkaç askılığın anca sığdığı dolap kendi rengine tezat bir şekilde iç karartıcıydı.

Merdivenlerden inerken kalın montunu üstüne geçirmeye çalışıyordu. Kollarını monta sokmaya çalışırken tökezleyip inmeye devam etti. Son merdivene bıraktığı çantasını alırken çarpan kapıyı duyup başını uzattı.

Gördüğü kadarıyla tek başına kalmıştı...

∞∞∞

"Söz verin bana! Ben olmasam da Hye Jin'i koruyacaksınız." Art arda gelen sert öksürükler genci sarsıyordu. Titreyen bacakları üzerinde durmak saniyeler geçtikçe zorlaşıyordu. "Sizden başka kimsem yok. Sadece size güveniyorum." Dudaklarından sızan koyu renkli sıvı karşısındakileri telaşa sürüklerken genç tek elini uzatıp herkesi savuşturdu.

Kollarını karnında kavuşturup bastırdı. Açık yaradan akan kan kollarının baskısı ile bir nebze yavaşlamıştı.

Kararmaya başlayan gözleri ona yardım etmek için çırpınan kimseyi seçemiyordu.

Elleri titriyor dizleri tutmuyordu. Fakat şu an dik durmak zorundaydı. Kalbi dâhil tüm vücudu kendisine ihanet ediyordu sanki. Acı tüm hücrelerini ele geçirmişti.

Bir insanın vücudunda yaklaşık 5 litre kan bulunurdu ve bu kanın 1,5 litresinin kaybından sonra tehlike başlardı. Kişi ilk olarak üşürdü, nerde ve nasıl olursa olsun. Ki yazın en sıcak döneminde tir tir titremesinin başka açıklaması olamazdı.

Sonra kan kaybeden kişi susuzluk çektiğini hisseder ağzını şapırdatıp dururdu. Korkmaya başlar, susuzluktan dolayı boğazı yanar ve çatallaşmış sesini dahi çıkaramazdı.

Kan kaybı 2 litreye ulaşınca üstüne bir yorgunluk çöker, üşüdüğü için vücuduna sardığı kollarını bile taşıyamaz duruma gelirdi. Ve sonra da bilinç kaybı…

Genç ise bunları düşünmesine zaman kalmadan yere serilmişti.  Yanında durup onu ayakta tutmaya çalışanlar bile yetişememiş, kan kaybının bu denli fazla olduğunu fark edememişlerdi. Gencin dik duruşu zayıflayan vücudunu gizlenmişti.

∞∞∞

Hye Jin'in ricası ile erkenden hazırlanıp evinden çıkmıştı.

Hyun Jin ile kahvaltı edip genç kızı uyandırmak için yukarı kata çıkmıştı.

Formalite icabı kapıyı birkaç kez tıklatıp bekledi. Ses gelmeyince boynundaki zinciri çekiştirip ucundaki küçük anahtarı kapının deliğine taktı. İki defa sağa döndürüp kilidi açılan kapıya uzandı. Kulbu sağa çevirip kapıyı ittirerek açtı.

Uçuk mavi geniş oda gencin içine ferahlatmıştı. Gencin gözleri art arda gelen duvarlardaki pencelere kaymıştı. Pencere pervazları irili ufaklı cam şişelerle süslenmişti. Mavi, beyaz, yeşil cam şişeler...

Odanın ortasındaki büyük yatağa yaklaşıp yatağın ayakucunda durdu. Kalın çiçekli yorganın altında minicik kalan kıza baktı bir süre.

Alnı ter damlalarıyla kaplı küçük elleri yorganı sıkıca kavramıştı. Arada bir sağa bir sola dönüyor anlamsız mırıltılar çıkarıyordu kız. Yatağın sağ tarafına çöküp elini kızın alnına attı. Biraz ateşi olduğunu fark ettiğinde kızın kâbus gördüğünü anlamıştı.

“Hye Jin-ssi, kâbus görüyorsun. Hye Jin-ssi uyan!” Sesini fazla yükseltmekten çekinerek söyledi. 

Kızı korkutmamaya çalışmıştı fakat ne kadar böyle devam edebilirdi emin olamıyordu. Kızı bırakıp geri çekildi.  Yatağın çaprazında kalan -mavi demir fileden örülmüş- bahçe sandalyesine oturdu. Yerdeki minik beyaz yastığı da kucağına aldı. Genç kıza baktıkça onunda uykusu geliyordu. Yastığa sıkıca sarıldı ve kapanan gözlerine söz geçirmeye çalıştı. Fakat bu boşuna bir çabaydı.

∞∞∞

"Jun Hee nerede? Sana soruyorum Ji Min, Jun nerede?" Kollarını sarsarak kendisini tutanlardan kurtulmaya çalıştı. Debelendikçe göz yaşları akmaya devam ediyordu. “Nerede olduğunu söyle! Başına bir şey geldi, değil mi? Ne oldu ona? Cevap ver lütfen.”

Ağlaması şiddetlenmiş, titremeye başlamıştı. ‘İşte başlıyoruz’ diye düşündü genç adam. Bunun bir sinir krizi olduğunu biliyordu. Genç kızın hıçkırıkları arasında gidip gelen hırıltılı nefesi ve tutamadığı kahkahası buna sabit bir kanıtlar gibiydi.

Korkuyla kendilerine bakan büyüğüne dönüp tısladı. "Yardım et!"

Uzun boylu genç üzerine oturduğu komodini karıştırıp bir şeyler çıkarttı.

Hye Jin gencin elindekileri görünce daha çok çırpınmaya başlamıştı.

Kollarını tutan gencin içi parçalanıyordu fakat kızın sakinleşmesi gerektiği gözler önündeydi. Kısa bir süreliğine olsada kızın susması onların lehineydi.

Mental BreakdownHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin