∞3∞ Yeni Suret

871 88 15
                                    

Düzenlendi...

Önemli: Yeni okumaya başlayan ya da bir daha okumak isteyen okuyucularım lütfen bu bölümden sonrasını düzenlenmiş hali gelene kadar okumayın. Birçok değişiklik yaptığım için sonrasını muhtemelen anlamayacaksınız. Elimden geldiğine hızlı bir şekilde düzenleme yapıyorum. Lütfen biraz sabredin ve MB'yi destekleyin.

Hyun Jin, boynundaki sıkı kravatı tek eliyle çekiştirip bozdu. Felsefe dersinde uyumaması gerektiğini biraz geç öğrenmişti. Başından aşağı dökülen ve gömleğinin içinden sırtına yayılan sıcak su... Saçları ıslanmanın etkisiyle kabarmıştı.

Hızlı adımlarının ardı arkası gelmiyordu. Omzuna taktığı çanta yavaşça aşağı kayıyor sızlayan omzunda hafif çizikler bırakıyordu.

Okulun büyük bahçesinden çıktığını resmiyen ilan eden attığı 700. adımdı. Arabasını park ettiği ara sokağa yönelirken adımları yavaşlamıştı. Başı yerde attığı adımlar alnında hissettiği sertlik ile son bulmuştu. Bakışlarının buluştuğu siyah ayakkabının ve başını tutan elin sahibine çevirdi bakışlarını.

Görmeyi beklemediği -en azından bu kadar yakın bir zamanda- genci karşısında bulunca şaşırmış küçük gözleri istemsizce irileşmişti.

"Hyung, seni beklemiyordum." Yine istemsizce dudaklarından dökülenler bunlardı. 

Karşısındaki külüstür arabaya yaslanmış sessizce durmaya devam ediyordu. 

Hyun Jin dayanamayıp sordu. "Neden geldin Hyung?"

İri ama çekik gözlerini kapatan uzun saçlarını sağa itekleyerek cevap verdi diğer genç. "Hâlâ bitiremediğim birkaç işe sahibim.  Onları da çabucak elimden çıkarmak istiyorum... En azından diğerleri gelmeden." Dikleşip sırtını yasladığı arabadan -kırmızı boyası yer yer kalkmış külüstür- çekildi. Cebindeki ellerinden birini çıkarıp Hyun Jin'e ilerledi. İşaret ve orta parmağı arasına sıkıştırdığı kağıdı gencin gözleri önünde salladı. Hyun Jin'in gözleri istemsizce kâğıdın üzerinde giderken dışarıdan şaşıymış gibi görünüyordu.

Genç, gülümseyip kâğıdı Hyun Jin'in tek omzuna taktığı çantaya attı.

"Gözlerin hep ablanın üstünde olsun." Arkasına dönüp uzaklaşırken genci duydu.

"Ji Min Hyung, gelecek misin?"

Ji Min adlı genç adımlarına devam ederken sırıttı. Ardına bakmadan "Yakında." dedi ve dar sokağı terk etti.

∞∞∞

Kahverengi tutamlar kızın gözlerine düşüp görüşünü kısıtlamamıştı. Bunun öncelikli sebebiyse kapanmakta direnen göz kapaklarıydı. Önceden göz perdelerinin bu kadar ağır olduğunu fark etmemişti. Sol kolu masaya dayalıydı, başı ise koluna... Aniden açılan kapı ile uykusu taarruza uğramıştı. Aceleyle başını kaldıracakken altta kalanın kolu olduğunu unutmuştu. Uyku sersemliğiyle kolunu masadan çekmiş ve alnı büyük bir hızla masaya çarpmıştı.

Ani acıyla sızlanıp alanını ovuşturdu. Bakışlarını kapıya çevirdiğinde küçük beyaz ellerini havaya kaldırmış oraya buraya sallayıp kızın dikkatini çekmek isteyen küçüğü ve küçüğün cam kapıya çarpmaması için öne atılıp kapıyı açan Kedicik'i gördü.

Cama çarpmasına ramak kala kurtarılan Jae Hwan güzeldi. Porselen tenine dökülen kestane rengi mantar kesim -o sıralarda fazla moda olan bir kesimdi bu- saçlar ve çocuksu yüz hatları vardı. Beyaz tenine konmuş pembe gül yaprakları gibiydi dudakları. Küçük yüzünü kaplayan iri gözleri de sahipti. Tıpkı porselen bir bebek gibiydi. Koleksiyonların en nadide parçası olacak kadar güzel olan bir bebek...

Kız gözlerini açık tutmak için uğraşmaktan yorulmuştu. Gözlerini kısa süreliğine kapatıp homurdandı. Oturduğu sandalyede daha rahat bir konuma gelip sırtını küçük yastığa dayadı.

Kestane saçlı gencin kafasına şaplağı geçiren In Soo'nun kadife sesi genç kızın uyanık kalmasını zorlaştırıyordu. "Rahat dur seni aptal velet!"

Grubun en büyüğü olan genç,  karamel saçlarını ikiye ayırmıştı. Zaten küçük olan gözleri sesi yükseldikçe daha da kısılıyordu. In Soo'nun iki gözü üst üste gelse bile Jae Hwan'ın tek bir gözü edemezdi. Bazılarına göre küçük gözleri rahatsız edici veya korkutucu gelebilirdi. Ama gencin tüm cazibesi küçük gözleri ve yükseldikçe inceleşen, yumuşak sesiydi.

Genç kız maalesef ki gençler toplanmadan kafeden ayrılamazdı. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu ve bu sinirlerini hoplatıyordu. Ayrıca koskoca 4 adama bakıcılık yapmak- ah kesinlikle katlanılamazdı.

Sıcacık ve rahat koltuğundan kalkıp tezgahtan geçti. Kendisinden en uzaktaki masanın müşterileri kalkıyordu ve arkalarında bıraktıklarını toplaması gerekiyordu.

Kafenin servis ve benzeri işler için yeni bir garsona ihtiyacı varken patronun neden bir grubu işe aldığını anlayamıyordu. Okuldan sonraki tüm zamanı kafede geçiyordu ve ekstradan yoruluyordu.
 
Omzundan kavranıp bir göğse yapışana kadar genç kız için her şey normaldi. Kafasını kaldırıp onu saran kolların sahibine baktı.

Kalın siyah kaşların altındaki ince gözlerini siyah kalem ile belirginleştirmişti Yeo Woon. Yüzünden düşmeyen gülümsemesi yanaklarındaki gamzeleri ortaya çıkarıyordu. Ayrıca çıkık elmacık kemikleri ve  şişkin yanakları ile fazla sevimliydi.

Yeo Woon'un görüntüsüne göre fazlaca kalın sesini kulağının hemen yanında işitti.

"Jun Hee'yi görüyor musun?"

Genç kız, Kedicik'ine döndü. Kıpkırmızı kesilmişti Kedicik'i. Jae Hwan kollarını tutmasa yerinden fırlayıp Yeo Woon'un üstüne atlayacaktı. Bacakları titriyordu gencin.

"Sence de sinirlenince fazla sevimli görünmüyor mu? Kıskanç erkek!" Yeo Woon bunları söylerken kıkırdamasını gizlemek için genç kızın boynuna eğilmişti. Arada hafifçe dikleşip Jun Hee'yi kontrol ediyordu.

Yeo Woon'a göre bu iki genç ne kadar çabuk birbirlerinin olurslarsa o kadar zararsız olurlardı. Çünkü tanıştıkları günden beri ne zaman karşılaşsalar etrafı birbirine katıyorlardı.

∞∞∞

Genç kız son günlerde daha erken saatlerde uyanıyordu. Gördüğü rüyalar yüzünden uzun süre uykuda kalamıyor, her gece en az 3 defa ter içinde uyanıyordu.

Kan ter içinde uyandığı günlerden biriydi o gün. Dev boyutlardaki kardeşi odasını basmadan kalkmış ve hazırlanmıştı.

Küçük dolabında bulduğu siyah bir kazağı üzerine geçirmişti. Altına da halının üzerine fırlattığı -bir haftadır aynı kotu gidiyordu- koyu kotunu alıp giydi.

Merdivenlerin bitiminden mutfağa dönüp başını içeri uzattı.

Hyun Jin yemek masasında oturmuş arkası genç kıza dönük olan biriyle konuşuyordu. Hararetli konuşma Hye Jin'in mutfağa girmesiyle kesilmişti.

Hye Jin yavaş adımlarla mutfağa girip kardeşinin yanına oturdu.

Yeni gördüğü surete baktı uzun uzun. Karşısındaki genç huzursuzluk ile yerinde kıpırdanıp hızlıca ayağa kalktı. Kardeşi gibi uzundu hatta daha uzundu genç. Fakat cılızdı. Yemek masasına yapışırcasına eğildi.

Hye Jin gözlerini gencin dudaklarından ayıramadı. Zaten gencin suratına bakıldığında dudakları dışında pek bir şey kalmıyordu.

Kalın dudaklar kıpırdanınca gözlerini yukarıya çevirdi Hye Jin.

"Ben Ji Min. Nam Ji Min."

Mental BreakdownHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin