-4-

33 11 8
                                    

selalalalalalalam! 

haftalardır yeni bölüm atmıyorum kusura bakabilirsiniz geçerli bir sebebim yok

bendeniz,

Hera

Sizi seviyorum

ps: lütfen medyadaki şarkıyla okuyun

///////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Ebedi uykumu uyumayı umarak yattığım yatağımda zorlanarak araladım gözlerimi. Yavaşça kalktım simsiyah yatağımdan. Altımdaki mavi eşofman yerleri süpürüyordu. Üzerimdeki bol siyah tişörtü çekiştirdim. Bir dakika, ne?! İyi ama uyurken bunları giymemiştim ki ben? Üstelik bunlar... Okyanus'undu! Koşarak merdivenlerden indim. Salona bakındım ama yoktu. Bu kez mutfağa adımladım. Arkası dönük bir erkek. Düzeltiyorum, Okyanus! Gözlerimi birkaç kez kırpıştırınca o kişinin okyanus olmadığını fark etmem kalbimi kırmıştı biraz. Arkasını döndü. Can'dı. Kocaman bir gülümseme sundu.

''Ah, uyanmışsın?''

'' Maalesef.''

''Al bakalım,kahve yaptım. Sütlü ve iki şekerliydi değil mi?'' dedi elindeki bardağı bana uzatırken. Gülümseyerek başımı salladım. O sırada merdivenlerden indi Nehir. Ona bakarak gülümsedim. Üzerinde benim pijamalarım vardı. Düz, mor bir eşortman takımıydı işte. Kahvemi yudumladım. Yanıma gelip yanağımdan öptü. Kıvırcık saçlarını topuz yapmıştı. Göz altları mosmordu ve bütün yüzü şişmişti. Kendine kahve yaparken

'' günaydın'' dedi ona belinden sarılan Can'a. Kahvemi masaya koyup ellerimle destek aldım ve bardağımın hemen yanına oturdum. Bugün hiçbir şey yapasım yoktu.

'' ben salondayım.'' Dedikten sonra ayağa kalkıp tişörtümü düzelttim ve salona yöneldim. Hemen köşede prizde takılı olan bilgisayarı aldım. Çabucak açıldı. Dosyaladığım yazılara bir yenisini eklemeye karar verdim.

'hala...' sonra sildim. Aynı kelimeyi tekrar yazdım. Bir daha sildim.

'sana...' sildim.

'seni...' yine sildim.

'üzgünüm.' Silmedim.

'sensiz,' kaskatı kesildim. Sanki tüm yokluklar benim üzerimde var olmuş gibi hissettim. hızla sildim. Kaydetmeden kapattım bilgisayarı. Ve annemi yanımda istedim o an. Ona sarılmak istedim. Babamın ağır kokulu parfümünün şakaklarımı sızlatmasını istedim. Ve kardeşimi diledim. Bana oyun oynamak istediğini söylemesini istedim. O ne zaman gitse böyle oluyordu işte. Acılarım gün yüzüne çıkıyordu. Ve boğulmak üzereydim. Buna rağmen ağlamadım. Onun yerine yukarı çıktım. Ezbere bildiğim kitabı tekrar aldım elime. Sonra aşağı indim, balkona. Bacaklarımı demirlerden sarkıttım. Baştan başladım kelimesi kelimesine bildiğim kitabı okumaya. Ama odaklanamıyordum. Durdum. Annemin sesini unutmuştum. Burnum sızladı. Ardından gözlerim yanmaya başladı. Kitabı hızla yere bırakıp koşar adım salona döndüm. Telefonumu aradım. Bulamadım. Merdivenleri çıkmaya başladım. Düştüm. Kalktım.

'' telefonum...'' diyordum bir yandan. Bağırdım. Tekrar düştüm. Odama girdim. Odamı darmadağın ettim. Ama yoktu. Sonra durdum. Dudaklarıma değen tuzlu suyla fark ettim ağladığımı. Sonra yastığı kaldırmayı akıl ettim. Altından çıktı. Galerime girdim. Bir videosunu aradım. Eski telefonumla çekilmiş, pixel pixel bir videoya ulaştım. Salondaki koltuklardaydık. Annemle babamı çekiyordum. Kardeşim yanıma geldi. Oyun oynamak istedi. Reddettim. Sesi ne kadar inceydi öyle. G'leri söyleyemiyordu. Ve tatlıydı. Yokluğu tam kalbimde belirdi. Babam Atatürk'le ilgili bir kitap okuyordu hep olduğu gibi. Yanına gittim. Kardeşim bana kırgınca baktı. Onu da çağırdım. Hoplaya zıplaya geldi. Annem de geldi biraz homurdanarak. Babam yüksek sesle okudu onunla ilgili olan cümleleri. Sesini unutmuştum hepsinin. 3 yıl geçmişti. Ama o acı geçmemişti. Yoklukları kalbimin üzerinde varlığını belli etti. Telefonun ekranı kapanana kadar izledim o videoyu. Olmuyordu. Onların gittiği gün ben de gitmiştim onlarla. Ayağa kalktım. Gücüm tükenmişti. Tanrı beni hiç sevmiyordu. Aynaya baktığımda gördüğüm sadece, ruhu çekilmiş, bembeyaz bir surattı. Dudaklarım morarmıştı. Uzun zamandır kullanmadığım makyaj malzemelerimle biraz da olsa insana benzemeye çalıştım. Sonra ortalığı topladım. Sanki az önce çığlıklar atarak ben dağıtmamışım gibi. Aşağı indim, endişeli gözlerle bana bakıyorlardı.

''bakmayın öyle, biraz sinirlendim sadece.'' Kafa salladılar. Kahvaltı masasını oturduk. Onlar çoktan hazırlamışlardı. Ekmeğime çikolata sürmeye başlamışken nehir konuştu.

''dolunay...''

''efendim prenses?'' dedim biraz daha çikolata alırken.

'' bizim şu Amerika meselesi... kesinleşti.'' Durdum. Kafamı kaldırıp yüzüne bakmadım.

''üzgünüm....'' Dedi titreyen sesiyle.

''dert değil'' dedim. Dedim demesine ama, sesim o kadar cılız ve güçsüzdü ki, dert olduğu apaçık belliydi.

''ne zaman?''

''18'inde. 2 hafta var.''

''bana bunu neden... şimdi söylüyorsun?''

''bilmiyorum...belki, bilmiyorum işte.''

''neden en güçsüz olduğum zamanı seçtin? Yani... siktiğim okyanus olmadığı ilk günü.''

''üzgünüm... ama biliyorsun... gelme...''

''geleceğimi biliyorsun'' diyerek tıkıştırdım ağzıma ekmeği. Ve kahvemden bir yudum aldım. Can boğazını temizledi ,ona döndüm.

''ben de..'' dedi, ardından kahvesini yudumladı.

''...okul değiştiriyorum.''

''siktiğim hepiniz gidin tamam mı? En çok ihtiyacım olduğu anda def olup gidin! Bok var çünkü!'' hışımla masadan kalktım bitmiş bardağımı lavabonun içine koyup balkona gittim. Gözlerim tekrar dolmaya başlamıştım. Balkonun kapılarını kitledim. ''söyle tanrım!'' diye bağırdım

'' tanrım söyle! Neden benden bu kadar nefret ediyorsun?''

////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

kısa ama güzel bir bölüm bence.

bendeniz,

Hera

sizi seviyorum.

Nehir' in ve Can'ın bu davranışı hakkında ne düşünüyorsunuz?

(S)ONSUZ (askıda.) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin