İnsanın özellikle geçmişini unutmaya çalışan bir insanın boş vakti olmamalı yoksa benim gibi bilinçaltına süpürdüğü bütün yaşananları hatırlar ve en baştan yaşamaya başlar. İşte o gündeyim.
Antalya'nın küçük ilçesi Korkuteli. Yıl 2004. İlkokuldayım. Dedemlerin evindeyiz. Annem ve babamın resmi olarak boşandığı gündeyim. Küçük Birce evin arkasında bulunan odanın camından annesini bekliyor. Yapmam gereken ödevler var ama ne dedem ne anneannem bana dokunuyor. Bugün bütün küçük çocuklar için atlatılması zor bir süreç başlıyor. Gözlerimden yaşların döküldüğünü hatırlıyorum. Boşanmanın ne anlama geldiğini bile bilmiyorum elbette. Ben sadece annemi özlemiştim. Ona kötü şeyler olacağını düşünmüştüm. Yolun başında göründüğünde tükenmiş gibiydi. Omuzları çökmüştü. Ayaklarını yere sürüyordu. Başı öne eğikti. Babamı sevdiğini o zaman anlamıştım sanırım. Binanın merdivenlerinden koşarak inip annemin karşısına çıkmıştım.
-Bana ne getirdin Antalya'dan anne?
Düşündüğüm buydu evet. Annemse gözlerini sildi ve beni kollarının arasına çekti. Gözlerini silmesi ne ifade etti ki? Bana sarılır sarılmaz yine ağlamaya başladı.
-Anne ağlama. Birşey getirmediysen boşver. Üzülme.
Annem daha çok ağladı. Daha sıkı sarıldı. Ve ben sustum. Günler geçtikçe konuşulanlardan anladım neler olduğunu. Babam ve annem aynı çatı altında yaşamayacaklardı. Sorun değildi. Yani o zaman ki aklımla. Ev eğlenceliydi. Aramızda 15 yaş olan dayım vardı. Sonra ondan biraz büyük teyzem. Teyzem. Bu kadının neler yapacağını bilmiyorsunuz. Ve ikisininde ablası annem. Dedem ve anneannem. 6 kişilik kocaman bir aileydik. Herkes üzerime titrerdi. Hoşuma gidiyordu. Sonra bir eksiklik hissettim. Ne eksikti? Babam. Yavaş yavaş durgunlaşmaya başladım. Hatırlıyorum annemi beklediğim gibi babamı beklerdim arka odadan. Ama gelmedi. Yavaş yavaş çökmeye başladım. Psikiyatrist'e gittiğimi hatırlıyorum. Bir kaç soru sormuştu. Küçük kırmızı haplar vermişti. Derslerinde başarılı olan Birce gitmişti. Etrafa gülücükler saçan Birce gitmişti. Hastalık küçük bedenimi kısa sürede fethetti.
Hastaneye gittiğimiz günün sabahını hatırlıyorum. Sabah uyandığımda kulaklarım müthiş derece de uğulduyordu. Konuşamıyordum. Duymakta zorluk çekiyordum. Karın ağrım vardı. Üşüyordum. Hastaneye koştuk hemen. Etrafımda olan şeylerden bihaberdim. Sadece doktorun hastaneye yatmamı istemesinden korkuyordum. Korktuğum oldu. Resmen hastalıkların arasında mix yapmıştım. Menenjit ve kabakulak olmuştum. Bir böbrek hastalığı olarak kum döküyordum. Küçük bedenim güçsüz kalmıştı. Hemşirelerin koluma serum iğnesini batırırken gözüme güneş ışığının vurduğunu anımsıyorum. Titreme krizine girmiştim. Sadece sarı saçlarını gördüğüm hemşire beni kucaklayıp yatağıma götürmüştü. Bir kaç günümü hastanede geçirmiştim. Menenjit gibi tehlikeli bir hastalığı herhangi bir hasar almadan atlatmıştım. Annemin kızıyım çünkü dayanıklıyım.
Zaman sonrasında hızlıydı. Ikinci sınıfa başlamıştım. Okula kendi başıma gidiyordum. Büyümüştüm ya güya.
Hayatımdaki lanetli bir günü daha yaşamak üzere olduğumu kim bilebilirdi ki? Okuldan döndüğümde evde kimse yoktu. Aslında teyzem evde olmalıydı ama umrumda mı? Paspasın altında anahtar vardı ve ben girebilirdim. Annem ve anneannem pazara gitmişti. Dedem ve dayım işteydi. Ama teyzem? Neyse acıkmıştım ve ocağı tek başıma yakamıyordum. Dedemin kartvizitini bulana kadar evi epey dağıtmıştım. Sonunda ev telefonundan onu aradım. Birlikte tarhana çorbası içmiştik. Dedem benim için bitaneydi. Her şeyimdi. Babam yokken babam gibiydi. Koruyucu meleğim diyordum ona. Hatırlıyorum. Çocuklukla yanlış söylediğim kelimelerle dalga geçerdi. Beni gezmeye götürdü. Herkesten korurdu. Koruyucu meleğim. Dedem gitti. Önce anneannem ve annem geldi. Sonra dayım. Sonra dedem. Teyzem yoktu. Hava kararmıştı. Herkes sessizce bekliyordu. Telefonu kapalıydı. Ilk önce annem konuştu.
-Onunla gitmiştir.
O kimdi? Babam. Anlayamıyordum. Nasıl anlar ki insan? Herkes bir telaş aldı. Anneannemin teyzemin telefonuna sürekli sesli mesajlar bıraktığını hatırlıyorum. Ağlıyordu.
-Kızım geri dön. Geç olmadan dön kızım! Yalvarırım dön! Kızım! Bitanem. Dön evine, nolur!
Anneannem çok güçlüdür. 2 yaşında köyünden Antalya'ya gitmiş. Ama tam bi Anadolu kadını. Zeki, becerikli ve güçlü. Şimdiyse karşımda tüm kalkanlarını indirmiş yalvarıyordu. Hatırladıkça gözlerim doluyor işte. Ağlıyordu. Babamın telefonuna mesajlar bıraktılar. Ama geri dönen olmamıştı. Uzun süre. Haber verdiler. Istanbul'a gitmişlerdi. Evlenmişlerdi. Babam Mesut ve teyzen Ferda evlenmişti. Annem mi olacaktı? O benim teyzemdi. Nasıl annem olur ki? Herkesin acısı soğuduğunda kalpleri de soğumuştu. Teyzem ve babam ile görüşmüyorlardı. Bence en doğrusuymuş. Şuan ki fikrim bu yani.
-Birce!
Ah babam sesleniyor. Bak yine dalmışım.
-Efendim baba?
-Şu telefonu bırak. Yat artık hadi.
Kulaklıklarımı çıkardım ve telefonumu masanın üzerine bıraktım. Boş vakitlerin cidden bana yaramadığını anladım. Hemen dalıp geçmişe dönüyordum. Şuan olduğu gibi yani. Bunları düşünürken Gülce'nin yanına gelmişim bile. Şuna bak. Dayanamayacağım. Dudaklarımı ona yaklaştırıp önce tatlı kokusunu içime çektim. Huzur işte. Kardeşimin yanağına sulu bir öpücük kondurup yatağıma yöneldim. Uyurken ne tatlı oluyor bu bebekler?
EniseBusraAkar.
*Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UÇURUM
Ficção AdolescenteAşk kokan bir hikaye değil. Olmayacak. Gerçek bir hayat. Her şey gerçek. Uçurumları sevmek cesaret ister. Bu UÇURUM ve bu GERÇEK. Benim UÇURUMUM ve benim GERÇEĞİM. Şimdi eminsen devam et. Pişman olmaman için elimden geleni yaparım.