Pencereden içeri sızan güneş ışıklarının etkisiyle yeşil gözleri ben buradayım diye bağırıyordu. İstemsizce gülümsedim. Bir anlığınada olsa bana Anna'yı hatırlatmıştı. Onunda gözleri böyleydi, adeta parlardı.
"Sen n'apıyorsun peki?" diye sordu.
"Kaydımı dondurdum birkaç ay önce. Seneye devam edeceğim ama. Tıp okuyorum." Dönem başında ayağım kırılmıştı. Bu yüzden okula gidip gelmek benim için işkenceye dönüşmüştü. Üniversitede işler çok farklı yürüyordu. Kimse benim için tekrar ders anlatma zahmetine girmezdi yada notlarını vereceğini sandığım kimse yoktu. Zaten bölümüm tıp olduğundan birkaç dersi kaçırmak bile benim için büyük sıkıntıydı. Belki birazcık da işime gelmiş olabilirdi. Okulun ağır temposu beni çok yoruyordu. Daha stajım vardı.
"Demek karşımda geleceğin doktoru duruyor ha?" dedi ve güldü. Başımı salladım.
"Ah, umarım. Çok istiyorum." Son senemdi, bırakmak hayatımın aptallığı olurdu. Deli gibi çalıştığım günlerin hiçbirinin boşuna gitmesine izin vermezdim. Bu kendime haksızlık olurdu.
"Benim babam subaydı. Onun gurur verici anılarını dinleyerek büyüdüm. Hep onun gibi olmak istedim ama olmadı işte." Bu duruma gerçekten üzüldüğü belli oluyordu.
"Neden? Sınavlar falan mı sorun oldu?" Aslında bu konu hakkında neredeyse hiç bilgim yoktu.
"Oh, hayır. Aksine sınavlar gayet iyi geçti. Sadece babam önümü kapadı. O asker olmamı hiçbir zaman istemedi." Gözleri kırgınlıkla etrafta gezinirken ne kadar kötü bir durumda olduğunu düşündüm. Neden babasının öyle istediğini bilmiyordum ama yaptığı doğru gelmiyordu. Belki çocuğunu tehlikeye atmak istememişti ama her ne olursa olsun, insan sevdiği mesleği yapamazsa bu onun tüm hayatını zehiredebilirdi. Will ile henüz fazla samimi olmadığımız için daha fazlasını sormaya cesaret edemedim. Fazla meraklı olduğum gerçeği beni deli ediyordu.
Neredeyse yarım saat konuştuktan sonra onun hakkında bazı basit şeyler öğrenmiştim. Kendinden bahsetmeyi pek sevmiyordu aynı benim gibi. Sürekli o konuyu bana çevirmişti, bende ona. İçki içmeden duramadığından, babasıyla hiç iyi anlaşmadığından ve bir abisi olduğundan bahsetmişti.
*
"Çok hoş." İşaret ettiği kurutulmuş deniz yıldızlarına baktım. Onlar Anna'nın bana hediyeleriydi. İyi bir dalgıçtı, kendisi çıkarmıştı denizden. Yüzmeyi, dalmayı, denizi tanıdığım herkesten daha çok severdi.
"Evet, çok güzeller." dedim. "Biliyor musun, bunları denizden O çıkardı." Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde başımı öne eğdim. Birkaç saniye sonra Will yanıma geldi.
"Hey." diye mırıldandı. Ağlak bir kız olmakdan nefret ediyordum. Üzüldüğümde, sinirlendiğimde hemen gözlerim doluveriyordu.
"Onu tüm hayatın boyunca özleyeceğini biliyorum ama içindeki acı hep bu kadar taze kalmayacak." diye ekledi ben bir şey demeyince.
"Bunu nereden bilebilirsin ki?" Anna gittiğinden beri içimde tarif edemediğim bir boşluk vardı.
"Uzun zaman önce bende birini kaybettim."
"Kimi?" Ona baktım. Gözlerinde ilk defa hüznü görüyordum. Değer verdiği biri olduğu kesindi. Adeta düşündüklerimi doğrulayarak,
"Benim için çok önemli biriydi." dedi. Başımı salladım.
"Hala öyle." diye ekledi mırıldanarak. Konuyu derinleştirerek yaralarını deşmek istemediğimden bir şey demedim.
"Çok zor zamanlardı ama dedim ya, zamanla acı hafifliyor ya da alışıyorsun, bilmiyorum ama geçiyor işte." dedi.
"Şuan her ikisinin de acısıyla başedebilmemin tek nedeni bu. Geçeceğini biliyorum. Ve birde şu var," Kolumu sıvazladı. "Eminim ki, onlar asla ne senin, ne benim kendimizi harap etmemizi istemezdi."
Onu gözlerimle onaylarken burnumu çektim ve gözyaşlarımı sildim. Haklıydı. Anna her zaman neşeliydi ve öyle insanları çok severdi. Benimle arkadaş olmayı ona konduramıyordum. Sıkıcı biriydim. Bana her zaman çok farklı olduğumu söylerdi, benimle vakit geçirmekten ayrı keyif aldığını.
"Kusura bakma." dedim. "Kendimi tutamıyorum."
''Sorun yok, rahat ol sen. Arkadaşlar ne günler için."
Oy vermeden diğer bölümlere geçmeyiniz!