ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

51 6 6
                                    

Yine o her zaman ki bıkkın ve kızgın tavrı ile kendini sokağa fırlattı. Burada evinden daha çok huzur bulduğu tartışılmaz bir konuydu onun için. Hayat'ın ona getirdikleri; daha çok küçükken görmeye başladığı şiddet, açlık, fakirlik. Hepsi birleşerek şu anki güçlü kızı yaratmıştı. Meera doğmamıştı o sonradan oluşmuştu, pardon! Oluşturulmuştu. Sokağa çıkarken o kapıdan kendini sanki bir zindandan kaçarcasına dışarı fırlattı -doğrusu hayatı bir zindandan çok da farklı değildi- bu zindanı bir gül bahçesine çevirmeye çok uğraşmıştı fakat önündeki engeller onu her zaman durdurmak için yeterli olmuştu. Şu hayatta tutunduğu tek şey annesiydi ama onun çöküşünü izlemekten başka hiçbir şey yapamamıştı.

Eve tekrar döndüğünde yine yerde görmeye alışık olduğu babası'nın birkaç içki ve konyak şişesini gördü. İçeri sessiz adımlarla girmeye çalışıyordu ki o anda gecenin yarısında su içmek için ayağa kalkan babası ile evin koridorunda yüz yüze geldi. Gözlerini yukarı kaldırıp Allah'ım neden hep ben diyecek oldu ki yine kendini düzeltti.

"Hayır Meera, sakın sakın isyan etme sakın bunu yapma!"

Kendi kendine bunları söylerken babası konuşmaya başladı.

"Neredeydin bu saate kadar?"

Babası'nın sesinden yayılan iğrenç yavaşlığa ve şu pis kokuya sinirlenerek cevap vermeye başladı.

"Siz genelde hesap vermeyi sevmezsiniz ya babacığım ben de sizin çoğunlukla kötü huylarınızı üstümde topladığım için şu an kendimde size karşı hesap verme zorunluluğu görmüyorum."

Genelde cümlelerimi tamamlamama izin vermezdi fakat bu sefer uyku'nun verdiği sersemlikle ve içki'nin sarhoşluğu birleşmişti galiba. Laflarım bitene kadar beni büyük bir sabırla dinledi. Fakat sonlar hep aynıydı üstüme yürüdü ve beni saçlarımdan tuttuğu gibi odamdaki komodin'in üzerine fırlattı. Dirseğim bir süre uyuştu tam kendimi toparlamaya çalışıyordum ki alışık olduğum bir darbe daha sırtıma indi. Hafif bir şekilde ıhladım. Acımı gizlemeye çalışıyordum. Beni olduğum yerden kaldırıp yere fırlattığında vücudumun darbelere karşı eskisi kadar tepki göstermediğini anladım. Köreliyordum galiba. Yüzümde beliren o pis sırıtmayı görünce daha çok sinirlenip daha da sert vurmaya başladı. Fakat pes etmeyecektim.

"Dayan Meera! Güçlü ol! Sen ona zafer'in tadını tattırtmayacaksın. Dayan! Dayan! Dayan! Unutma, sen anne'nin güçlü kızısın. Kendine gel Meera. Gülümsemelisin. Kahkaha atmalısın ki o çıldırmalı. Hadi kızım hadi!"

Beni alt edemeyeceğini anlayınca üstümden kalktı ve ağzında bir dolu küfürle odadan tehditler savurarak çıktı.

Yerde bir süre kaldıktan sonra yavaşça yerden kalktım ve mp3 çalarımla kulaklığımı aramaya başladım. Onları bulunca karanlıkta bazı yazılarımı yazdığım ve içinde sevdiğim birkaç şair'in şiiri bulunan dertliğimi aradım. Onu da bulunca uzun bir gece için hazırdım.

Uykusuzluğa ne de çok alışmıştım böyle. Günde üç-dört saat uyku yeterli oluyordu hatta öyleki bazen üç saat uyuyunca kendimi kârda sayıyordum. İyice garipleştin sen Meera, iyice delirdin.

Odam'ın hemen önündeki sokak lambasına aşıktım galiba. Çoğu gece kulaklığımı takıp onu izliyordum. Rüzgarlı gecelerde ışığ'ın dağılışını. Yağmurlu gecelerde ışığ'ın benim için küçük ve tatlı bir şov düzenlediği bile olurdu.

Defterimi açınca biraz önceki yazılarımı okudum. Bu güne kadar hiçbir erkeğe özel hisler beslememiştim fakat defterimdeki yazılar kırk yıldır imkansız bir aşkın peşinde koşan bir mecnuna ait gibi duruyordu.

Kulağıma gelen müzik ve gece'nin oluşturduğu ortamı çok seviyordum.

"Tam şiirlik gece" diyerek söylendim.

Yatağım'ın altındaki eski karton kutumdan alabilmek için üç ay para biriktirdiğim dolma kalemimi çıkardım. Bu kadar uzun süre olması kalemin pahası değil benim fakirliğimdendi sanırım.

Kalemi elime alınca beklemeye koyuldum. Neyi mi bekliyordum? Şu herkesin beklediği ilham perisini elbette başka kimi bekleyebilirdim? Bu gece bana uğramayı unuttu galiba diye söylenirken pat diye aklıma bir kelime düştü. Ölüm. Ve biraz bu kelime üzerine düşünmeye karar verdim.
Ölüm neden vardı? Şu Allah aşkından ölüyor gibi görünen fakat evinde kıble'nin yönünü bilmeyen akrabalarım ölümü düğüne benzetiyorlardı. Ve içlerinden birisi ölen insan'ın asıl sevgiliye yani
Allah'a kavuştuğu için tıpkı yeni evlenen bir kız gibi toprağa koyulması gerektiğini savunuyordu. Gerçekten öyle miydi?

Ölüm yaşamı sonlandıran bir noktaydı elbet ama aynı zamanda dünyadaki hayattan çok daha öte bir hayata açılan bir pencere de olabilirdi. Yani o zaman ölüm nokta mıydı virgül mü?

Bunları düşünürken kulaklığım'ın ardından gelen bir ses işittim. Annem odama girmişti. Annem'i birden karşımda ağzı yüzü kan içinde görünce irkildim. Hemen yanına koşarak sorularımı sıraladım.

"Bu yüzündekiler ne anne?"

Sesim gittikçe alçalıyor ve gözyaşlarımla birleşiyordu. Dudaklarım'ın üstüne düşen yaşları sildikten sonra konuşmaya devam ettim.

"Neden hâlâ bu adamlasın? Neden buradayız anne? Neden gitmiyoruz? Allah kahretsin neden hâlâ bu şerefsizin kahrını çekiyoruz?"

Annem'in ağlamaktan gözpınarları kurumuştu sanırım çünkü gözünde en ufak yaş yoktu. Galiba annem gözyaşlarını içine akıtmayı öğrenmişti. Benim ateşim biraz durulunca alçak bir sesle konuşmaya
başladı.

"Şimdi beni iyi dinle Meera, bu evin senin ömrünü tüketmesine izin vermeyeceğim. Seni bu cehennemden korumalıyım yoksa ölünce Allah'a nasıl hesap veririm. Eşyalarını yatağın altındaki bavula doldurdum onu al ve derhal burayı terk et sakın ama sakın buraya tekrar dönme. Ev işlerine gidip üç beş kuruş para biriktirdim senin için. O da bavulun içinde. Ve biraz da yolluk koydum içine. Bak Meera, bu bizim son görüşmemiz olabilir, son bakışmamız. Şimdi beni ölmüş varsay ve bu evden derhal uzaklaş. Kendini bu ateşten kurtar. Hadi Meera kalk ve git hadi."

"Hayır anne hayır, seni bu şarlatanla tek başına bırakmayacağım hayır!"

"Meera ben bu şeytan ile başa çıkmayı çoktan öğrendim. Lakin sen onunla baş edemezsin canımın içi. Hadi git artık. Senin için bi yurt ayarladım. Yurdun adresi bavulundaki kartta yazılı. Lise sonuna kadar seni idare edecekler. Üniversite için Allah kerim. Onun da vakti gelince hesabını yaparız. Beni iyice anladın değil mi? Sakın ama sakın geri dönme."

Annem sözlerini tamamlamadan boynuna atıldım ve o mis gibi kokusunu son defa içime çektim.

"Hadisene Meera, elini çabuk tut. Aniden uyanabilir hadi."

"Ann.."

Annem lafımı tamamlamama izin vermemişti.

"Meera hava aydınlanıyor. Hadi artık lütfen git. Ben çok kısa bir zamanda yanına geleceğim. Git artık giiitt!"

Annemin sesindeki fedakarlığı ve acıyı hissedince yatağımın altına eğildim ve bavulu aldım. Kulaklığımı ve mp3 çalarımı cebime yerleştirdim. Defterimi ise elime aldım. Ve kapıdan çıktım.

"Khuda hafiz mom."

"Khuda hafiz."

Annem kapıyı yüzüme öyle bir kapatmıştı ki buraya tekrar ayağımı basamayacağımdan ilk defa o an şüphe ettim.

BEYAZ GÜL'ÜN GÖLGESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin