ALTINCI BÖLÜM

47 4 32
                                    

Kafamı yastıktan kaldırmamaya karşı verdiğim savaşı kapıyı açma isteğimin yendiğini fark edince yataktan zorla da olsa tembellikten neredeyse artık yosun tutmaya doğru yol alacak olan ağır bedenimi kaldırdım. Aslında beni yataktan kaldıran basit bir istekten çok bu saatte kapım niçin, kim tarafından ve özellikle neden bu saatte çalınıyor soruları'nın cevabını merak ettiğimden idi. İçimi kemiren bu merak beni hızla kapıya doğru seyirttirdi. İkinci sorumun cevabına kapıyı açınca hemen ulaştım. Karşımda kız arkadaşım mı dostum mu yoksa sadece zorunluluktan görüştüğüm birisi mi henüz idrak edemediğim Ria duruyordu. Yeni uyanmışlığın verdiği sersemlikle kapı'nın önünde yaklaşık bi on beş yirmi saniye Ria ile bakıştık. Kısa süreli hint filmimizde eksik olan tek şey rüzgardı. Ria beni olduğum yerden kenara doğru eli ile sert bir hamle ile itti. Oturma odasına doğru ilerlerken aynı zamanda konuşmaya başladı.

"Soğuk bir şeyler getir gece'nin şu saatinde içim patladı."

Ria'nın suratına gözlerimi hafifçe kısarak ve ne kalın ne de ince denilebilecek kaşlarımı çatarak "Gece'nin bu saatinde evimi basıyorsun bir de bana sanki senin uşağınmışım gibi emir mi veriyorsun?" der gibi baktım lakin onun umrunda dahi olmadı.

"Hadi ama Vikas! Ne ben trenim ne sen öküzsün o halde neden yüzüme bu şekilde bakıyorsun? Acele etsene!"

Ayaklarımı sanki cehennemin kapısına yaklaşıyormuşçasına mutfaktaki küçük buzdolabına sürüdüm. Dolabın kapağını açınca içeride birkaç gazlı içecek ve bir iki şişe şarap bulunduğunu fark edince şarap şişelerini çabuk bir hareketle hemen yan tarafımda bulunan mutfak tezgahı'nın altına soktum.

'Ria'nın ayıkken bile aklı başında değil bir de sarhoş Ria ile mi uğraşacağım! Allah korusun!'

Gazlı içeceklerden bir tanesini yine çabuk bir hamle ile olduğu yerden alıp küçük tezgah'ın üstünde kurumaları için bıraktığım bardaklardan bir tanesini de boşta kalan elime alıp hızlıca oturma odasına doğru yürüdüm. Odaya varınca her zamanki gibi bir teşekkürle karşılaşmak yerine azarlama ile muamele görüyordum. Fakat bu Riaydı ve sanırım o  dünyada insanlar bu kadar iki yüzlüleşmiş ve birbirilerin önüne övüp arkasından dedikodusunu yapan insanlarla dolu iken Ria kendini koruyabilmiş ve her yerde herkese karşı ayırt etmeksizin en doğal ve en samimi hali ile insanlarla iletişim kuruyordu. Belki de beni ona bağlayan tek şey bu idi  onu sadece Ria olduğu için seviyordum sadece kendi olabildiği için...Elimdeki şişeyi görür görmez hemen aldı ve kapağını açıp kafasına dikmeye başladı. Riaya dönerek:

"Sahra çölünden mi geliyorsun? Biraz yavaş iç!"

Sözlerime alaka göstermeyerek şişeyi boşaltmaya devam etti. Şişeyi elinden masaya bıraktığında elindeki içeceğin sadece dip kısmında çok az bir miktar bir şey kaldığı belli oluyordu. Tekrar konuşmaya başladım.

"Hepsini zaten sana verecektim niçin bu kadar aceleci davrandın içmekte?"

Sesimdeki kinayeyi fark edince ağzını açıp iki üç laf edecek oldu ama ince ve sıcaktan kurumuş olan dudaklarını tekrar birbirine kavuşturdu. Fakat çok fazla dayanamadı ve ortaya doğru bir kaç kelam etmeye başladı. Uzaktan görseydim eğer kendi kendine konuşan birisi zannederdim. Çünkü bana bakmıyordu.

"Ee..Vikas, uzun zaman oldu görüşmeyeli. Nasılsın, nasıl gidiyor?"

'Bu soruyu gerçekten soruyor muydu yoksa benimle dalga mı geçiyordu?' Çok fazla düşünmek istemediğimin farkına varınca anladığım bir şekilde cevap verdim.

"Daha dün konuşmadık mı, ne ara uzun zaman oldu?"

Gözlerini tavana dikip biraz gezdirdikten sonra tekrardan derin bir nefes alarak bana dönüp konuştu.

BEYAZ GÜL'ÜN GÖLGESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin