Jeno, yapabildiği en hızlı şekilde hazırlandı ve evden çıktığı anda koşmaya başladı.
Küçüklüğünden beri ezbere bildiği yolları son süratle aşarken aklından geçen tek şey Jaemin'e bir şey olmuş olabileceğiydi. Bu ihtimal kalbinin hızlanmasına ve kulaklarının yanmasına neden oluyordu.
Ona söylediği o kadar nefret dolu cümlelerden sonra bile onu hâlâ çok seviyordu.
Jaemin, onun için sikik bir orospu çocuğu değildi. Onun için sadece bir arkadaş da değildi.
Jaemin, Jeno'nun hayatına yer edinmişti. Iyisi ve kötüsüyle. Jeno onu kabulleneli çok uzun zaman oluyordu. Ne olursa olsun, o ne yapmış olursa olsun. Ondan nefret edemiyordu Jeno.
Sonunda nefes nefese kapısının önüne vardığında ailesinin olmadığını bildiğinden deli gibi basmaya başladı zile. Dakikalar süren beklentisinin ardından evin kapısı yavaşça aralanmaya başladı.
Kapının arkasında beliren Jaemin'in bembeyaz yüzü o kadar korkutmuştu ki Jeno'yu, kendini tutamayıp kapıyı hızlıca itti.
Onun hamlesinden dolayı arkaya doğru sendeleyen Jaemin, zor açık tuttuğu belli olan gözlerini duygusuzca dikti onunkilere. Jeno, onun bakışlarına dikkat edemeyecek kadar çok endişeliydi.
Yüzünü tuttu karşısındakinin ve yana çevirdi hafifçe iyice incelemek istediğinden onu. Gözlerine dokundu. Nabzını bile kontrol etti. Her şey normal görünüyordu. Ama yüzünün beyazlığı geçmemişti.
"Jeno, ben bir şey yapmadım. Yemin ederim yapmadım..."
Jaemin'in duygusuz bakan gözlerinin yerini yaşlar almıştı. Her an ağlayabilir gibi duruyordu ve bacaklarındaki gücün azaldığını hissediyordu. Jeno'nun koluna tutundu. Düşmekten korkuyordu, düşüp de bir daha kalkamamaktan çok korkuyordu.
Jeno, ona baktığında kalbinin sızladığını hissetti. Onu böyle güçsüz görmekten nefret etmişti. Söylediği şeylerden pişmanlık duydu. Titreyen sesi onu paramparça etmişti.
"Biliyorum, biliyorum. Özür dilerim, affet beni, lütfen..."
Jaemin daha fazla dayanamazdı. Çok uzun süredir yalnız hissediyordu. Her şeyi geride bırakmaya çalıştığı her seferinde dönüp dolaşıp aynı yere gelmekten bıkmıştı. Kollarını sıkı sıkı sardı karşısındaki gence. Tek ihtiyacı olan, onun desteğiydi. Onun varlığı hissetmeye, kendisini sevdiğini bilmeye ihtiyaç duyuyordu.
Kafasını boyun girintisine soktu iyice. Koları bedenini daha da sıkarken ağlamak üzereydi.
Jeno, ellerini onun boynuna dolayıp ensesindeki saçlarla oynamaya başladığında ikisi de uzun süre sonra huzur bulmuşlardı.
"Onun gitmesinin nedeni ben değilim... Bilmiyordum, ben sadece... Sadece sevmiyordum onu... Ben onu sevmiyordum ki."
Jaemin'in gözyaşlarında boğularak sıraladığı ve tekrar edip durduğu cümleler Jeno'nun boğazında dizilmişti. Kulakları uğuldamaya ve gözleri yanmaya başlamıştı.
İkisinin de bacakları hissizleştiğinde hâlâ birbirlerini sıkıca tutarların yere oturdular.
Artık Jaemin'in başı karşısındakinin boyun girintisinde değildi. Başını onun göğsüne yaslamıştı ve sessiz sessiz ağlıyordu artık. Jeno ise onun saçlarını okşuyordu. Sakinleştirmek istiyordu onu, ama kendisinin suçu olduğunu da düşünüyordu. Üzerine çok gitmişti.
Ne yaşadığı hiç düşünmemişti. Arkadaşının gitmesine kızgındı, Jaemin'in kötü biri olduğunu düşünmüştü, buna kızmıştı, aynı anda iki kişi kaybettiğini düşündüğünde kızmıştı.
Şimdi de kendine kızıyordu.
"Senin suçun değildi. Hem, senin suçun olsa şimdi söylemez miydim ben sana? Mark hâlâ en yakın arkadaşın olur muydu? Hayır Jaemin, sen bir şey yapmadın. Sen suçsuzsun..."
Jaemin'in hıçkırıkları biraz dindiğinde kaldırdı onu yerden dikkatlice. Göz göze geldiklerinde sakince tuttu elini. En içten sesiyle, dürüstçe konuşmaya başladı.
"Milena biliyordu. Senin onu sevmediğini biliyordu, ve benim seni sevdiğimi. Ama o vazgeçmedi. Jaemin, senin suçun yoktu. Özür dilerim, bilmiyordum."
Jaemin'in iyice beyazlamış yüzü ve kıpkırmızı gözlerinden hiç çekmedi yorgun bakışlarını Jeno.
Ta ki, onun dudakları kendisininkiler ile buluşuncaya kadar.
İşte o zaman, elinde olmadan kapandı tüm duyuları. Gözlerini yumdu ve yeniden elleri onun ensesini buldu. Sakince ona karşılık verirken, nerede olduğunu unutmuştu.
Yerde miydi, gökte mi, yoksa çoktan cehennem ateşlerinde yanmaya mı başlamıştı, bilmiyordu.
Tek bildiği, şimdi onun yanında ve ona bu kadar yakın olmak, yaşadığı ve yaptığı önca şeye rağmen onun tarafından kabul edilmek, onun için her şeyden daha kıymetliydi.