‘’Her türlü yiyecek ve içecekten, kaygan yerlerden uzak duruyorsun. Anlaşıldı mı?’’ dedi Lilith elbisemi düzeltirken.
O lanetli saatlerin başlamasına az kalmıştı. Daha doğrusu, benim için başlaması. Konuklar çoktan gelmiş, eğlence başlamıştı. Bense doğum günü kızı olarak biraz daha geç gidiyordum. O ortamda ne kadar az kalırsam o kadar iyi. Bir de şu elbise olmasa!
Bakın, elbise çirkin demiyorum. Hatta fazla güzeldi. Grinin birkaç farklı tonuyla oluşmuştu. Tabii ki de uzun ve kabarıktı. Üst tarafı çok ilginçti. Bir göğüsten başlayıp bele doğru çapraz inen gümüş bir parçası vardı. Geri kalan bölgeler açık griydi. Ama diğer göğsün üzerinde, o gümüş parçadan çıkmış gibi görünen, kuru bir ağacın dallarını andıran simli siyah-gri bir ek vardı. Omzumun üzerine kadar çıkıyordu.
Şuana kadar gördüğüm en güzel elbiseydi. Umarım gecenin sonunda tek parça ve temiz olurdu. Lilith benden cevap alamadığı için tekrarladı.
‘’Anlaşıldı mı dedim?’’
‘’Tamam, tamam. Anlaşıldı.’’ dedim bıkkınlıkla.
Bütün gün üstümde normal olmayan bir yorgunluk vardı. Bir de hafif bir baş ağrısı. Sanki kafamın bir yerinde küçük şimşekler çakıyordu. Tam da gününe denk gelmişti doğrusu.
‘’Hazırsın. Yürü bakalım küçük hanım.’’ dedi ve eliyle beni kovaladı.
Oflaya puflaya kapıya ilerlerken kapı açıldı ve babam içeri girdi. Kralı gören Lilith hemen eğildi.
‘’Bayan Hans, bize izin verebilir misiniz?’’ dedi babam. Lilith resmen uçtu. Kralı gören insanların genel tepkisi.
Babam dikkatle beni inceliyordu. Yüzünde çözemediğim bir ifade vardı. Elinden geldiğince düzeltmeye çalıştı.
‘’Çok güzel olmuşsun kızım. Annene çok benzemişsin.’’ dedi derin bir nefes alarak.
Donup kalmıştım. Bugüne kadar anneme dair hiçbir kelime etmeyen adamdı sonuçta bunu. Dilim tutulmuştu. Sadece kafamı sallayabildim.
Daha önce elinde olduğunu fark etmediğim, satenden, mor küçük torbayı bana uzattı. Elime alıp açtım. İçinde bir kolye vardı. Zinciri muhtemelen uzaktan görünmeyecek kadar inceydi. Kolye ucuysa pırlantalarla bezenmiş bir hilaldi. Ne çok küçüktü, ne de çok büyük. Boyutu harikaydı. Kolye tamamıyla kusursuz ve çok güzeldi. Soru soran bakışlarla babama baktım.
‘’Bu kolye annenindi. Sana vermemi istemişti, şeyden önce…’’ dedi ve kafasını eğdi. Ne demek istediğini anlamıştım. Ölmeden önce.
‘’Bunu hiç çıkarmamanı rica ediyorum senden. Özel bir nedeni yok, ama lütfen sözümü dinle. Şimdi, ver de takayım.’’ dedi ben ona kolyeyi uzatırken.
Arkamı ona döndüm ve soğuk kolye sıcak tenime değdiği anda ürperdim. Kolye tuhaf bir şekilde anında baş ağrımı geçirdi. Yorgunluğum da geçmiş gibiydi biraz. Tesadüfe bak.
‘’ Bence artık balo salonuna geçme zamanımız geldi.’’ dedi babam ve koluma girdi.
Babama neler oluyordu böyle? Uzun zamandır yaptığımız en uzun konuşmayı yapmıştık. Annemden bahsetmişti ki bu bir ilkti. Ve şimdi de koluma girmişti?
Ölüyor muydum acaba? Birkaç günüm mü kalmıştı?
Daha fazla konuşmadan, beraberce büyük salona doğru ilerledik. Giydiğim topukluların sesleri, mermer zeminde yankılanıyordu. Devasa kapılara ulaştığımızda, önünde bekleyen iki asker, bizim için kapıları açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cadı
FantasyTuhaf kabuslar gören bir prenses. Yalnızca nereden geldiği bilinen bir adam. Geçmişten asla bahsetmeyen bir baba. Bir prenses olmaktan nefret eden Catherine,sürekli tuhaf kabuslar görmektedir.Bazen ses,bazen de yalnızca görüntü.Bir gün saraya oldukç...