‘’Geciktin.’’ dedi monoton bir sesle. Dün Jocelyn’le beraber altına oturduğumuz ağaca sırtını dayamış, beni bekliyordu.
‘’Kusura bakma. Hayatımda görmediğim kıyafetleri giymem pek kolay olmadı. ‘’ dedim yanına giderken.
Kalkar kalkmaz bana verdiği kıyafetlere bakmaya gitmiştim. Her parçası ‘Ben Şehirliyim’ diye bağırıyordu resmen. Bacaklarımı saran ve beli kalın lastikli siyah bir alt vardı. Oldukça dar olmasına rağmen aşırı rahattı. Üzerim için de yarısı kesilmiş gibi duran askılı bir badi vardı. Bu da lastikliydi ve rahat sayılırdı. Göbeğim açıkta kaldığı için biraz tereddüt etmiştim. Ama üzerinde giymem için de kapüşonlu bir ceket vardı. Ayakkabı olarak da Alexander’ın sürekli giydiklerinden vardı. Hepsi içinde en çok sevdiğim parça ayakkabılardı. Şuana kadar giydiğim en rahat ayakkabılardı. Saçlarımı da sıkı bir topuz yapmıştım. Çünkü içimden bir ses dağılacaklarını söylüyordu.
‘’Cidden, bunların adı ne? En azından giydiğim şeylerin adını bilmeliyim bence.’’ dedim üzerimi göstererek.
‘’Altına giydiğin şey tayt. O tişörtümsü şeyin adını bilmiyorum. Ceket zaten belli. Onlar da spor ayakkabı.’’ dedi basitçe.
O da bana benzer giyinmişti. Tayt haricinde tabii ki. Onu erkeklerin giydiğini sanmıyordum. Bol bir şey giymişti. Üzerinde de siyah bir tişört ve gri bir ceket vardı.
‘’Onun adı ne?’’ diye sordum altını işaret ederek.
‘’Eşofman. Hadi gidelim.’’ dedi ve ilerlemeye başladı. Nereye gittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama belli ki o biliyordu.
Biraz ilerledikten sonra durdu. Sarayın duvarına bakıyordu. Ben de baktım ama bir şey göremedim. Tam ne aradığını soracaktım ki, daha dışta duran bir taşa elini bastırdı. Duvardan bir kapı, azıcık ses çıkararak açıldı. Yok artık daha neler.
Olanlar çok normalmiş gibi direkt içeri girdi. Ben de onun ardından girdim. Kapı ardımdan kapandı. İçerisi tamamen karanlıktı. Ne yapacağımı bilmiyordum.
‘’Alexander?’’ diye seslendim. Bir el bileğimi tuttu.
‘’Buradayım. Biraz yürümemiz lazım.’’ dedi ve bileğimi bırakmadan ilerlemeye başladı. Başka seçeneğim olmadığından peşinden yürümeye başladım. Bir anda durdu, bu yüzden sırtına tosladım. Duvara çarpmaktan farksızdı. Serbest elimi kullanarak alnımı ovdum. Bu sırada bir kapının açılma sesi geldi. Alexander yine beni çekiştirerek ilerledi. Sonra birden ışıklar açıldı. Zifiri karanlıktan sonra gözlerim kamaşmıştı.
Sonunda normal görebilir vaziyete geldiğimde nerede olduğumuza baktım. Oldukça büyük bir odadaydık. Tavan bayağı yüksekti. Zeminin bazı yerlerinde büyük minderler vardı. Bir köşede de kocaman bir dolap. İçeride bir sürü adını ve işlevini bilmediğim alet vardı. Sarayda böyle bir yer mi vardı cidden?
‘’Tuhaf tuhaf bakmayı kes. Uzun bir süre burada olacaksın, bu yüzden alışmaya başla. Merak etme, gördüklerinin ne olduğunu açıklayacağım. ‘’ dedi ceketini çıkarırken. Üzerinde sadece siyah, dar ve kolsuz bir tişört vardı. İtiraf etmeliyim ki, kaslı kolları mükemmel görünüyordu. Yüzüne baktığımda bir şey beklermiş gibi bana bakıyordu.
‘’Ne?’’ diye sordum.
‘’Ceketin. Çıkarırsan daha rahat olur. Birazdan çok terleyeceksin.’’ dedi dolaba doğru ilerlerken.
Son cümlesini duyunca aklıma gelen tüm o yaramaz düşünceleri yok etmeye çalıştım. Benim derdim neydi?
Ceketimi çıkarıp onun ceketini attığı yere attım. Kendimi bu küçük kumaş parçası içinde biraz rahatsız hissediyordum. Sonuçta sutyenimin kapattığı yerin dışında çok yer kapatmıyordu. Ve bir de aşırı seksi Şehirli’yi hesaba katmak lazımdı.
![](https://img.wattpad.com/cover/11593177-288-k761674.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cadı
FantasíaTuhaf kabuslar gören bir prenses. Yalnızca nereden geldiği bilinen bir adam. Geçmişten asla bahsetmeyen bir baba. Bir prenses olmaktan nefret eden Catherine,sürekli tuhaf kabuslar görmektedir.Bazen ses,bazen de yalnızca görüntü.Bir gün saraya oldukç...