Bölüm VIII

321 24 2
                                    

 Yüzüme vuran güneş ışığıyla uyandım. Gece perdeleri çekmemiş olmalıydım. Aklıma gelmemiş olması gayet normaldi.

 Gözlerimi ovuşturup oturur pozisyona geldim. Odanın bir köşesi, dün gece gelen hediyelerle kaplıydı. Tabii ya. Bir de bunlar vardı.

 Ayağa kalkıp banyoma doğru ilerledim. Aynaya baktığımda bir panda gördüm. Dün geceki makyajım, silmediğim için bayağı dağılmıştı. Göz çevrelerim simsiyahtı zaten. Saçlarım da her bukle farklı tarafa bakacak şekilde dağılmıştı. Harika.

 Yüzümü yıkayıp makyajımı temizledim. Saçımı da dağınık bir topuz yapıp dişlerimi fırçaladım. Normale dönmüş sayılırdım. Şimdi o yığına girişmem lazımdı.

 Hediyelerin olduğu tarafa doğru yürürken aklıma geldi : Alexander’ın hediyesi!

Biraz düşünüp paketin neye benzediğini hatırlamaya çalıştım. Büyük, lacivert bir şeydi. Üzerinde de yeşil bir kurdele vardı. Hah! İşte orada.

 Paketi aldığım gibi yere oturup açmaya başladım. Kapağını açtığımda içinde bir sürü kitap ve bir de not vardı. Notu alıp okumaya başladım.

 

  Kitap okumayı çok sevdiğin için bu iyi bir hediye olur diye düşündüm. Burada okuduğun kitaplara pek benzemezler ama yine de okumanı istiyorum. Hoşuna gideceğini düşünüyorum. Doğum günün kutlu olsun Catherine.

-Alexander Devoux.

 Notu kenara koyup kitapları kutudan çıkardım. Yaklaşık yirmi tane kitap vardı. Alexander’ın da söylediği gibi, Senoria’daki kitaplara benzemiyorlardı. Bir kere bunlar renkli ve ciltsizdi. Konularının da farklı olduğuna emindim. Bunlar Şehir’den gelen kitaplar olmalıydı. Rastgele bir tanesini elime aldım ve incelemeye başladım.

 Kapağı maviydi ve denizin içinden bir şehre doğru ilerleyen, elinde kılıç olan bir çocuk resmedilmişti. Kitabın adına baktım. Şimşek Hırsızı. İlginç görünüyordu. Arkasını çevirdiğimde kitaptan bahsettiğini gördüm. Orasını da okuyup diğer kitaplara göz atmaya başladım. Hepsi birbirinden renkli ve değişik kapaklıydı. Bunları okumak için sabırsızlanıyordum.

 Kitapları toplayıp odamdaki masanın üzerine koydum. Onlara bakıp ister istemez gülümsedim. Alexander gibi tuhaf birinin böyle hoş bir şey yapması beklenmedikti.

 Tekrar hediye yığınına döndüm. Rastgele paketler alarak açmaya başladım. Elbise, mücevher, elbise, mücevher, kumaş, ayakkabı, elbise, mücevher…

 Bu yıl yine aynı şeyin olmasına şaşırmamıştım. Beni bu kadar sığ biri olarak mı görüyorlardı gerçekten? Bu üzücü bir şeydi. Ama yapacak bir şey yoktu.

 Jocelyn beni hediyelere gömülü bir şekilde buldu. Bulamadı desek daha doğru olur aslında. Odaya girince o kadar hediyenin arasında beni bulamadı.

 ‘’Catherine! Ben geldim! Sen-‘’ deyip duraksadı. ‘’Neredesin?’’ diye sordu şüpheci bir sesle.

 ‘’Buradayım! ‘’ diye seslendim. Odanın içinde ilerlediğini duyabiliyordum. O beni göremiyordu, evet, ama ben de onu göremiyordum. Sadece sesinden burada olduğu belliydi.

 ‘’Sesin geliyor ama hala nerede olduğunu göremiyorum. Göster kendini.’’ dedi.

 Büyük bir uğraşla yerimden kalktım. Onu, tuvalimin üzerine örttüğüm bezi kaldırırken yakaladım. Daha açamadan fırlayıp bezi tekrar örttüm.

 ‘’ Hey, başkalarının eşyalarını karıştırmak hiç de güzel bir davranış değil.’’ dedim tuvali diğerlerinin yanına götürürken. Resimlerimi genelde odamda bulunan daha ufak bir odada biriktirirdim. Bunu da o odaya koyduktan sonra tekrar kilitledim. Resimlerimi göstermeyi pek sevmezdim. Bu seferkini göstermeyi ise hiç istemiyordum. Çünkü bir süre önce rüyamda gördüğüm, öldürülen kadını resmetmiştim. Kimseye onun kim olduğunu açıklamak istemiyordum. Zaten ben bilmiyordum.

CadıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin