Gün ağarmaya başlamıştı ve lanet olsun ki bu gecede uyuyamamıştım. Huysuz aylaklar yuvalarına gitmişlerdi. Gerçi belli bir mekânları olduğu söylenemezdi. İşin kötü yanı da bu ya İstanbul neredeyse artık onların evi sayılırdı. Tabi bu o aptal polis memurlarının çektiği kırmızı şeritleri aşıp diğer şehirlere sıçrayacakları gerçeğini değiştirmezdi. Birkaç ay sonra bu mümkündü. İstanbul’u bırak tüm Türkiye’nin hakkından gelecekti bu yaratıklar. Onları durdurmanın bir yolu olmalıydı. Bunun cevabını bilmiyordum ama bu başkalarının da bilmediği anlamına gelmezdi. Başkaları… Acaba bu koca şehirde bizden başkaları var mıydı? Unutmuşum elbette vardı ahmaklar ne güne duruyordu? Benim bahsettiklerim yaşayan ölüler değildi tabiki de. Bu lanet olası şehirde bizden birileri var mıydı? Hala beyni çalışan, düşünebilen birkaç insanı kastediyorum. Tanrım yakın zamanda çıldıracağım!
“İstanbulluların dikkatine son bir ay içinde yaşanan bu olay karşısında hepimiz şaşkınlık içerisindeyiz. Şehirde hala yaşayan birileri varsa Perşembe gününe kadar İstanbul’u terk etmeleri önemle rica olunur. Uzmanların geliştirmiş olduğu bir çeşit ilaç yardımıyla şehir ilaçlanacak ve tüm bu yaratıklar etkisiz hale getirilecektir. Bilginize.”
-Yok artık! Haşarat mıyız lan biz ne ilaçlaması? Başka bir ülkede olsak evlerinizden çıkmayınız yardım gelecektir falan derler bizimkiler kıçınızı kurtarın diyor.
-Kaybedecek bir dakika bile zamanımız yok Asya. Gitmeliyiz.
-İyide nereye? Şuradan sadece markete kadar gittim ve orayı da havaya uçurmak zorunda kaldık. Başımızı belaya sokmadan nasıl kaçacağız bu şehirden?
- Uçağı, gemiyi adı her neyse uçan veya yüzen bir dalgayı kaldıramayacağımıza göre arabadan başka çaremiz yok gibi gözüküyor.
-Aman ne iyi!
-Mızmızlanmayı bıraksan da artık buradan nasıl çıkacağımıza karar versek nasıl olur diyorum.
-Garajda araba olması lazım ama durumu ne derece iyi bizi gideceğimiz yere götürür mü bunun hakkında pek bir fikrim yok.
-Fikrimiz olmadığı gibi düşünmek için vaktimizde yok bebeğim. Bugün İstanbul’dan gidiyoruz.
-Ya onlarda bizimle gelirse?
-Kaçabildiğimiz yere kadar güzellik pes etmek yok.
Bunları söylerken yüzümü avuçlarının içine almıştı. Buz gibi olan suratım bir anda ellerinin sıcaklığıyla ısınıverdi. İstanbul’un çivisi çıkmıştı dostum. Dünyanın sonu yavaş yavaş geliyordu. Kıyamet en önce İstanbul’u sallayacak gibi duruyordu. Avuçlarının arasından sıyrıldım. Toparlanma vakti gelmişti. Acı olanda çocukluğumun geçtiği eve bir daha dönmeyecektim belki bizden sonra başkalarının sığınağı olacaktı belki de zombilerin avlandıkları bir mekân olarak kalacaktı kim bilebilir ki?
***
Yola çıkalı yarım saati geçmişti neredeyse. Havanın kararmasına on saat vardı. Şu anlık aylaklarla karşılaşmamıştık ama bir dakika sonra ne olacağını ikimizde bilmiyorduk. Onların her yerde olma fikri kanımın çekilmesine yetiyordu.
Tolganın yaptığı ani frenle irkildim az ileride kalabalık bir zombi grubu vardı kapana sıkışmıştık. Kalbim ağzımdan çıkacaktı. Bizi fark etmedikleri için hala şanslı sayılırdık ama bu ilerleyen vakitlerde de fark etmeyecekleri anlamına gelmezdi. Gruptan ayrılan bir zombi arabaya doğru yaklaşmaya başlamıştı. Bu az bir vaktimizin kaldığına işaretti. Acaba hangi dua daha acısız bir ölüm için yeterliydi? Sübhaneke, kevser, fatiha? Her neyse dinine pek düşkün biri olduğum söylenemezdi zaten.
-Şimdi ne yapacağız?
-Karşıdaki benzinliği görüyor musun?
-Görüyorum da bana yine bir yerleri havaya uçuracağız falan deme bak.
-Saçmalama Asya. Bir benzinliğin camları her zaman için patlamalara karşı dayanıklı olarak üretilmiştir. Zombilerin bu camları kıracak kadar güce sahip olduklarını düşünmüyorum. Şansımız varsa kapıları açıktır.
-Peki ya şansımız yoksa?
-Bu ihtimali düşünmek istemiyorum bebeğim.
Benzinliğe doğru koşmaya başlamıştık. Adrenalinin bu kadarı da fazlaydı. Hem de çok fazla. Zombilerin hepsi arkamızdan gelmeye başlamıştı. Tek avantajımız onlardan daha hızlı hareket ediyor olmamızdı. Kaç kişiydiler? otuz, kırk? Kendimi kavgadan kaçan liseli kızlar gibi hissediyordum. Gerçi beni kovalayan grubun liseli kızlara pek benzer yanı olduğu söylenemezdi. Ne bileyim işte burun direğini zedeleyecek parfüm kokuları kırmızı rujları yoktu ayrıca mini etek falanda giymemişlerdi. Ulan neler düşünüyorum böyle ben? Arkamdakiler izbandut gibi adamlardı ve kötüsü de beni öğle yemeklerini yemek için kovalıyorlardı dövmek için değil.
Bugünde her zaman olduğu gibi şans bizden yanaydı. Eğer dışarda çürümüş ve parçalanmış halde yatanlar benzinliğin sahipleri ise kapıyı kilitleyecek zamanları pek olmamıştı sanırım. Yerde bulduğum tahta parçasını kapının iki kulpundan geçirdim en azından bu onların içeri girmesine engel olacaktı.
-Ne yapıyorsun sen Asya?
-Ne yapıyor gibi duruyorum? İçeri girmelerine engel oluyorum tabiki.
Masanın üzerindeki anahtarları göstererek “Kilitlemek daha yaratıcı bir çözüm yolu bence denemelisin.”
Tamam, kabul bu sefer göt gibi kalmıştım. Kapıyı kilitledim. Burası küçük bir odaydı. Dinlenme odası gibi. İçeride iki koltuk milattan önce kalmış bir televizyon vardı. Yerde kan izleri olduğunu fark etmemiştim bile. Hem de bunlar kurumuş kan izi falan değildi. Yeni oluşmuşlardı. İzler koltuğun arkasına kadar gidiyordu ve orda son buluyordu. İçeride bir zombiyle birlikte değildik umarım. Bu sefer silahımı kullanmaktan hiç çekineceğimi sanmıyordum. Zaten başımızda onlarcası vardı birkaç tanesinin daha gelmesi ne kadar büyük bir sorun yaratabilirdi ki?
Koltuğun arkasından bir gölge yükseldi. Bu ellili yaşlarda bir adamdı. Kolu hey bir dakika bu adamın kolu falan yoktu!
-Bana bak babalık sakın bana şu dışarıdaki ucubeler tarafından ısırıldığını söyleme!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstanbul Zombileri
FantasyBu kez öyle kolay kolay paçayı yırtacakmışım gibi gözükmüyor. İstanbul çok karışık dostum. Şimdi kıçını kurtarmanın tam vakti!