Yoongi'nin hayatı fazlasıyla karmaşıktı.Doğduğundan bu yana onu birkez olsun yalnız bırakmayan kötü ruhların esiri olmak, ona zindana atılmışçasına bir his veriyordu. Hatta böyle bir durum zindandan da beterdi.
Dışardan asosyal biri gibi gözükse de olayın gerçeğinde öyle değildi, öyle olmak hiçbir zaman istememişti. Ailesine musallat olan ruhlar onların yalnız kalarak ölmelerini amaç edinmişlerdi.
Ve Yoongi, ruhların şimdiki hedefiydi. Bunun sebebi ise eski zamanlara dayanan bir büyüyle alakalıydı.
Min ailesinin geçmişini yanlışıkla körelten Yoongi'nin büyük babasıydı. Tabii onu suçlayamazlardı çünkü her şeyi biricik eşinin çocuklarını sağlıklı bir şekilde doğurması için yapmıştı. Yani Yoongi'nin babası için.
Ağır bir rahatsızlıktan dolayı bebeği kaybetme tehlikesi ortaya çıktığında tek çare olduğunu düşündüğü bir büyücüye yardım istemek için gitmişti. Ama en büyük hata o büyücüye inanmak oldu. Oğlu sağlıklı bir şekilde dünyaya geldi ama işlerin bu noktaya gelebileceğini nereden tahmin edebilirdi?
Büyücü de o kadar yıl sonrasında haliyle ölmüştü. Büyünün kötü etkileri olan ruhlar ise Min ailesini tamamen rahatsız etmeye başlamışlar, onlara bir saniye olsun rahat vermemişlerdi.
Bu büyüden kurtulmanın bilindik tek yolu bir çocuk doğurmak ve aileye yeni bir birey kazandırmaktı. Ailenin en küçüğü doğduğunda ruhlar ona yönelir ve diğer aile bireyleri kurtulurdu. Acımasız, evet...
Böylece Yoongi şimdiki kurban oluverdi. İçine kapandı, evden çıkmadı. Hayatı boyunca uzun süreli arkadaşlar asla edinemedi, asla birileriyle samimiyet kuramadı. Aile üyeleri bile yeniden ruhların kendilerine musallat olmasından korktukları için ona yaklaşmadılar. Yoongi bu yüzden yalnız yaşıyordu ve yüzündeki mutsuzluk gün geçtikçe artıyordu.
Fakat birgün bu değişti. Yoongi insanları izleyebileceği yerlerde bulunmayı severdi. Ruhlar yüzünden onlarla gerçekten tanışamazdı ama en azından bunu yapabildiği için mutluydu. İşte o gün bu zamanlardan biriydi. Yoongi'nin o kadar insan içinde dikkatini çeken tek kişiyi, Jin'i gördüğü zaman bu zamandı.
Ruhlar fısıldaşıp Jin'i göstermeye başladıklarında Yoongi sadece kendisinin Jin'den etkilenmediğini anlamıştı.
Dikkatini çeken kişi Jin olmuştu çünkü onun gülüşü farklıydı. O kesinlikle harika bir gülüşe sahipti.
Ruhların yanında kala kala onların fısıldaşmalarını az çok anlamayı öğrenmiş olan Yoongi, bu tecrübesi sayesinde Jin hakkında birçok şey öğrenebilmiş, ardından onun nasıl bu kadar mutlu olduğunu öğrenmek için Jin'e mesaj atmaya karar vermişti.
Zor olmadı, ruhların çeneleri belki de biraz fazla düşüktü. Ne zaman etkilendikleri bir insan görseler ölü olmanın avantajıyla onun bütün bilgilerini bilebilirdiler. Bu sayede Yoongi o akşam Jin'le olan konuşmasını başlatabilmişti.
Fakat Jin'in, kendisiyle bu kadar ilgileneceğini bilseydi o ilk mesajı asla atmazdı. Çünkü içindeki korku yıllardır büyüyordu, ruhlardan korkuyordu. Onlar sürekli evin içerisindeki eşyaları kırıyorlar, bazen Yoongi'yi uykusuz bırakmak için kulağının dibinde gülüşüyorlardı.
Yoongi birkez olsun tebessüm etmemişti. Ta ki Jin'le olan konuşmaları onları yakınlaştırana kadar. Hayatında ilk defa kendisine değer veren birini görüyordu. Üstelik Jin onu tanımıyordu bile.
Bu durum Yoongi'nin Jin'le biraz daha yakın olma isteğini çoğaltıyordu. Onu sadece dışardan değil, ayrıntılı tanımak istiyordu. Ruhlar her ne kadar bunu engellemeye çalışırlarsa çalışsınlar Jin'e olan hayranlığının arttığını biliyordu.
Hayranlığı ise gitgide çok daha özel bir hisse dönüşmeye başlamıştı.
■
Bu bölüm Min ailesinin geçmişini ve Yoongi'nin Jin'i nasıl tanımaya başladığını anlatmaya çalıştım. Umarım güzel olmuştur~
Ve diğer bölüm iki karakter daha geliyor ;)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can You Come? // YoonJin
FanfictionAgustGi : Çok korkuyorum Jin. Ya sensiz kalırsam? • YoonJin - SIN texting •