8. Bölüm
Bacağımı başımın hizasında kaldırıp ucunu tam burnununa denk gelecek şekilde sertçe vurdum. Bir kırılma sesi eşliğinde elleri gevşedi ve beni bıraktı. Daha ayaklarım yere değmeden kıza doğru koşmaya başlamıştım ki siyah gölgemsi bir şey gördüm. Ve kız gitti.
Deli gibi başımı sallayarak etrafa baktım. Tam 2 saniye önce ordaydı! Gözlerim kırpıştırmaya başladım. Deliriyordum. Eminim deliriyordum. Burdan çıkmalıydım. Kapıya doğru koştum ama biri saçlarımdan sıkıca kavradı.
“Bekle bakalım küçük sürtük nereye böyle. Henüz başındayız.”
Ensemden tuttuğu gibi kaldırdı ve hemen sol tarafta üzeirne kan sıçramış duvara çarptı. Kendimi inlemekten alamadı. Duvar betondu ve hem soğum hemde kan kokuyordu. Yere düşerken beni duvara çarpan adamın üzerine bir şey atladığını görmüştüm. Aynı hızla ayağa fırladım ve diğer kapıya koştum. Kitliydi. Sağlam bir tekme attım ama tık demedi. Merdivenlerden yukarı koşarken arkamdam kırılma ve bağırış sesleri geliyordu. Yinede üçer beşer çıktım eki gıcırdayan merdivenleri. Düşünmeden edemedim. “Merdivenleri bile gıcırdayan bir evin beton duvarı ve çelik bir duvarı nasıl olabilir?!”
Bulduğum ilk odadan içeri daldım.
“Neredesin?!”
Kıza bağırıyordum ama yoktu. Tam odadan çıkacakken dlaptan ufak bir tıkırtı geldi. Kaşlarımı kaldırdım ve yavaşça dolaba doğru ilerledim. İçinde ne olduğunu bilmediğim için tminli davranıyordum ki küçük bir hıçkırık sesi duyunca aniden kapısını açtım. Kız köşeye sinmiş kendi ağzını kapatmaya çalışıyordu.
Kendimi tutmaya çalıştım. Birini hatırlatmıştı bu hali bana. 10 yıl önce ormanda koşan küçük bir kızı. Kimsesiz korkmuş bir kızı. Ve onun hislerinin yeniden damarlarımdan tüm vücuduma yaymıştı. Tiredim ve dolabın önüne çöktüm. Dişlerim birbirine vuruyordu. Yeniden o duyguları hissetmek canımı öyle çok yakıyordu. Ellerimi sımsıkı yumruk yapmıştım ve gözlerimi iri açmış tavana bakıyordum. Ve elimde olmadan bağırdım.
“Hayır!”
Kız tekrar seslice haykırmış ayağa kalkmıştı. Yüzüme dokunduğunu hissettim. Ve gıcırdayan merdivenlerden gelen sesie duymuştum.
“K-Kristen abla!”
Gmzlerimi yavaşça yüzüne indirdim. Küçücüktü. Solgundu. Üstü başı kan içerisindeydi. Yüzünü tutup başını sağa sola çevirdim.
“Bu kan senin mi yaralandın mı?”
Tekrar hıçkırdı. Konuşabiliyor gibi değildi. İyice inceledim. Hiçbir şey yoktu. Hiç. Yaralanmamıştı. Saçlarımı iyice sıktım. Teri elimin tersiyle sildim. Ona baktım.
“Adın ne?”
Konuşamıyordu. Yaklaştım ve gözlerimi ona diktim.
“Cesur ol. Sana bu yakışır. Şimdi bana adını söyle.”
Hıçkırdı. Küçük yüzünü kavradım ve göz yaşlarını sildim. Kenardaki kili ezki örtüyü tuttuğum gibi kopardım. Burnunu sildim.
“Söyle bana. Adın ne?”
Gözlerini kırpıştırdı. Nefesi düzene girmişti.
“C-Clara.”
Titriyordu ve kekeliyordu. Korkusunun kokusunu alabiliyordum adeta. Kollarından tuttum ve ürkütmeden yavaşça salladım. Avaş yavaş canlanıyordu. İçimden bir şeylerin ona aktığını hissediyordum.
“Kimse sana zarar vermeyecek. Söz veriyorum. İzin vermem. Bana güveniyor musun?”
Hafifçe başını salladı. Ayağa kalktım ve etrafta sopa gibi bir şey aradım. Kenarda eski bir tahta masa vardı.
“Geri çekil.” Dememle adım adım geri çekildi. Masayı bir bacağından tutup kaldırdım ve duvara çarptım. Gürültü eşliğinde parçalara ayrıldı. Bir parçasını aldım ve taşıyabileceği bir sayfasınıda ona verdim. Ayağa kalktım ve boynumu kıtlattım. Dişlerimi sıktım.
“Seni buradan çıkaracağım.”
Kapıyı çok yavaş bir şekilde açtım. Başımı çıkardım ve baktım. Sopayı biran olsun tek elimden bırakmıyordum. Arkama baktım ve fısıldadı.
“Arkamdan ne olursa olsun ayrılma.”
Sırtımı duvara dönerek ve kızı duarla aramaya alarak yavaiça ilerlemey başladım. Onu güvene alıyordum. Eski merdiven gıcırdarken kesin nefesler alarak aşağı iniyoruk. Gördüğüm tek şey açık bir kapı, kan gölü ve yerlerdeki vücudunun belirli yerleri parçalanmış cesetlerdi. Arkamda baktım. Korkmamasını söylemek istedim ama o benim gibi cesetlerin içinde büyümemişti.
Kapıya adım adım yaklaşırken biran dışarda bir gölge gördüm sandım ama burada durmaktan iyiydi. Büyük olduğunu anlayabildiğim 2 3 ağacın gövdesini ve sarkan dallarını görüyordum. Orman olmalıydı. Denizden ne kadar uzaktık? Nerede olabilirdik? Bir adım daha attım ki dışarıda bir gölge daha gördüm. Dayanamadım ve arkamı dönüp kızın önünde diz çöktüm.
“Seni duvarın kenarından nasıl aldı? Neydi o?”
Gözleri iri iriydi ve ve tam gözlerimin içine bakıyordu.
“Ç-Çok hızlılar. Beni kurtaran oydu.”
Titrek ve hafif kanlı elini kaldırıp arkamı gösterdi. Kızı sertçe arkaya ittim ve sopayı iyice kavrayarak neredeyse ışık hızında o yöne dönüp sopayı göğsüne denk tuttum. Daha önce hiçbir kadar hızlı hareket ettiğimi hatırlamıyordu. Kaşlarını kaldırmıştı. Bu oydu. Yüzüne tükürdğüm piç kurusu. Ağzımın kenarı hafifçe dalga geçer gibi bir hal aldı.
“Bu da ne böyle? Kırmızı lens ve yalancı kan mı kullanıyorsunuz siz salaklar?”
Kaşları öfkeyle çatıldı ve ellerini sıktı.
“Sen nasıl bir aptalsın böyle kanın kokusunu sende bal gibi alıyorsun. Ve gözlerim-“ der demez o kadar hızlı bir şekilde elimdeki tahtayı almış ve vebi duvarla arasına sıkıştırmıştı ki etrafın bulanıklaştığı anlamaya bile zor vaktim olmuştu.
“Gerçek.” Diye fısıldarken saf kırmızı gözlerine bakıyordum. Nefesim kesilmişti. Belli etmemeye çalıştım ama olmuyordu. Böyle bir lens olamazdı. Gözlerine kilitli kalmıştım ama her zamanki “SİYAH” kimliğimi ortaya sertim.
“Bu da ne böyle?”
Nefesimi hayretle tutuyor olmama rağmen sesimin her zamanki gibi sert çıkmasına seviniyordum. Dudakları gergin ve büyüleyici bir şekilde kusursuz beyaz dişlerini oryara çıkararak kıvrıldı ve açıldı.
“Bizim dünyamıza hoş geldin kraliçenin kızı.”