Yağmuru hissediyorum. Sanki iliklerime kadar işleyip ruhumu tutsak ediyor. Hayalimde bir ev var. Ruhumun en derinlerinde. En altta kalmış. Çıkarmak için önce üstündeki engelleri kaldırmak gerek ama o kadar ağırlar ki yerinden oynatamıyorum bile. Eve ulaşmam lazım. Kapısını açmam ve içerideki küçük kıza sarılmam lazım. Ruhumu kurtaracak tek yol bu. Çocukluğumla barışmak. Onu o evden çekip çıkarmak ve yeniden hayata döndürmek.
Tek başıma yapamıyorum artık. Biray yetmiyor bana. Beni anlamak için verdiği tüm mücadelelere şahitim. Ama anlayamıyor. O artık benim ruhumu saramıyor. Ne kadar yaralı olsa da benim acılarımın yanından geçemiyor.
Gece...her gün olduğu gibi odamdayım. Yine tek başıma, gökyüzüne sığındım. Yıldızlar ne kadar da sonsuz. Ucu bucağı yok. Tıpkı benim acılarım gibi.
Biray henüz eve gelmedi. Onu en son kantinden çıkarken görmüştüm. O zamandan beri ne aramalarıma ne de mesajlarıma geri dönmedi. Onun için endişeliyim. Arsen her ne kadar onun arkadaşı olsa da pek tekin bir tipe benzemiyor. Bugün gözlerindeki o ifade beni bu fikre iten en önemli etken.
Saat henüz gece yarısı olmamıştı ama Biray için oldukça geç bir saatti. Bugün olanları düşündüm tekrar. Biray'ın söyledikleri ve Arsen'in verdiği tepki... Biray bana doğru dürüst bir şey anlatmamıştı. Sadece zor zamanlar geçirdiğini ve onun da yardıma muhtaç olduğunu biliyordum. Neden böyle bir tepki verdiğini de anlamak çok zordu. Belki o da çocukluğunu kaybetmişti. Yardıma muhtaç olduğunu kabullenmek istemiyor sadece acısını yaşamak istiyordu, içinde... Tıpkı benim gibi. Ama o kendini toparlamış gibiydi. Ruhunu sarmış, yaralarını iyileştirmişti, benim aksime.
Artık gözlerimi ayık tutacak kadar kendimde değilim. Uyku bedenimi esir alırken ona karşı koymadım.
Bir telefon sesiyle uyandım. Uyuyalı ne kadar olmuştu? Hava aydınlanmış, daha da önemlisi Biray dönmüş müydü? Çalan telefona baktım. Biray arıyordu. Hiç düşünmeden telefonu açtığımda beni karşılayan sesi hiç beklemiyordum tabi. Arayan Arsen'di.
"Alo! Esila sensin değil mi?" Cevap veremedim. Ben olduğumu söylemeli miydim? Neden arıyordu ki? Dilim tutulmuştu.
"Esila orada olduğunu biliyorum. Bak acilen hastaneye gelmen gerek duydun mu beni? Biray iyi değil." Biray? Ona ne olmuştu?
"Ne?! Hangi hastanedesiniz? Biray'a ne oldu?" Hayır, ona bir şey olma ihtimaline katlanamazdım.
"Sakin ol, bir şey olmadı. Sadece sana ihtiyacı var. Buraya gelsen iyi olur." Tek söylediği şey buydu. Söyledi ve kapattı. Hangi hastane olduğunu bile söylemedi. Az sonra telefonuma bir mesaj sesi düştü. Biray'dan geliyordu. Arsen konum atmıştı. En azından bunu düşünebilmiş(!) Küstah!
Biray'ın durumunun çok da kötü olmadığını anlamıştım. Bu içimi rahatlatmıştı. O sırada saatin gece yarısını geçtiğini gördüm. En fazla iki saat uyumuştum. Üstümü değiştirdim ve aşağı inip araba anahtarlarını aldım. Dışarı çıktığımdam bir kurşun gibi tenimş delip geçen soğuğu umursamadım. Arabaya atlayıp Arsen'in konum attığı yere sürmeye başladım.
On beş, yirmi dakikalık yolculuktan sonra hastaneye varmıştım. İçeri girdiğimde gözüm danışmayı aradaı ama ondan önce gözüme takılan bir beden vardı. Arsen tam karşımda kollarını birbirine geçirmiş ve duvara yaslanmış bir şekilde bekliyordu. Yere bakıyordu bu yüzden beni görmedi. Ona adım attığım ilk saniyeden gözleri bir yırtıcı açlığında bana çevrildi. Tam gözümün içine bakarken bir an duraksayacak gibi olsam da adımlarımı durdurmadım ve saniyeler içinde dibinde bittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİÇKİMSE
ChickLitBen kimdim; soğuk, acımasız, ruhsuz bir kız mı? Kaç yaşındaydım, 18 mi? Bencil miydim? Kimsesiz, yalnız, tek başıma mıydım? Peki güçlü müydüm? Evet...oldukça. Gerçekten mi? Ben gerçekten bu muydum yani? Hayır! Ben 8 yaşında çocukluğ...