Kalbimde sayısız isyan...Unutulmaya yüz tutmuş anıların beynimde yeniden yer edinmesi... Geçmişi hatırladığım o saatler. Kalbim, göğsümü delip çıkacakmiş gibi hissediyorum. Ne zamandır yerini bile unuttuğum uvzum, şimdi geçmişin izleriyle beraber kasılmaya başladı. Beynim çoktan düşünme eyleminin bırakmıştı. Kalbim ise, istesem de durmazdı artık.Bir kapı aradım. Bana tüm bunları unutturacak, yeni bir hayat sunacak.
En azından kalbimin başka bir şey için atması ve bana unutturması lazımdı. Sırf intikam uğruna atmasındansa belki bir kişi için atmalıydı ölene kadar. Bu kişi bana intikamımı unutturmalıydı. Bugün kime zarar verceğim, kimi üzeceğim, inciteceğim değil de; bugün başına bir iş gelir mi, onu incitirler, üzerler mi diye düşünmeliydim.
Evet intikamım kendimeydi. Bencilliğime. Salaklığıma. Ama en çok da ihanetime... Acı çekiyordum, bile isteye. Bu işin sorumlusu bendim, başka kimse değil. Bu yüzden kendimden intikam almam lazımdı. Bu intikamı unutturacak tek kişi de bir kimseydi. Hiçkimse.
Yaklaşık yarım saat önce eve geldiğimde Biray'ın da çoktan gelmiş, hatta yemeğini yemiş olduğunu gördüm. Aç değildim. Ki olsam da şu an yiyebileceğimi sanmıyordum. Odama çıktım. Bir zamanlar güvende hissettiğim tek yere.
Biray... Tek arkadaşım. Ben bu intikam duygusuyla yanıp tutuşmadan önce tanıştık onunla. Küçüktüm tabi o zamanlar. Altı yaşlarımda falan. Diğer çocuklar gibi sokakta koşturup durur, delicesine oyun oynardım.
Bir gün yine koştururken bir taşa takıldım. Ayaklarım birbire dolaştı. Kendimi bir anda yerde buluvermiştim. Şoku atlattıktan birkaç saniye sonra, kendime geldiğimde doğrulamaya çalıştım. Canım yanıyordu ama bir gram ağlamıyordum. Ben ağlamazdım. Yerde oturur pozisyona geldiğimde dizimdeki yaranın ne kadar kötü olduğunu gördüm. Derisi vücudumdan ayrılmış, ayrıldığı yerden kanıyordu.
Sonra etrafıma bakındım gören olmuş mu diye. O an farkettim, bir kız çocuğunun bana doğru yaklaştığını. Elinde bir peçete, yanında bir şişe su. Bana doğru geliyordu. Yaklaştı ve tam önümde durdu. Bana değil yarama bakıyordu. Eğildi. Benim gibi o da oturuverdi sokağın ortasına. Su şişesini açtı ve peçeteyi bir miktar ıslatıp yarama dokundurdu. İrkildim. Canım yanmıştı ama katlanabilirdim. Gözlerimi kırpıştırıp ona baktım. O an göz göze geldik ilk defa.
"Daha dikkatli olmalısın. Bak görmüyor musun ? Kendini yaraladın." Biraz çekingen bir dille söylemişti bunları ama tuhaf bir şekilde azarlıyor gibiydi de. "Ben oyun oynamayı çok severim. Bazen kendimi kaptırırım işte böyle. Hep yaralanırım ben." Evet hep yaralanırdım ben. Ama artık oyun oynamayı sevmezim.
Temizleme işlemi bittiğinde ayağa kalktı kız. Yüzüme bile bakmadan çekip gitti yanımdan. İlk defa yaralarımı sarmıştı o gün. Ama son değildi. Büyüdüm, belki büyümeye çalıştım. Ve o hep ordayı. Hep yaralarımı sarmak için bekliyordu. O gün de, bu gün de.
Ondan sonra bir gün bile ayrılmadık Biray'la. Ben kendimi kaybettiğim zamanlarda bile hep yanımdaydı. Annemin ölümünden sonra toparlanmam zor olmuştu tabi. O günden sonra çok değiştiğimi söylemişti bi keresinde Biray. Artık bambaşka biri olmuşum. Evet, doğruydu. Kendi intikamım uğruna her şeyimi feda etmiş, herkesi incitmeyi göze almıştım. O hariç.
Ona karşı da çok sevecen değildim açıkcası ama ona zarar vermezim, asla. O benim intikamımı alabileceğim biri değildi. O kendi yaralarıyla uğraşıyordu. Bana göre basit, ona göreyse kapanmaz yarlar. Ama saygı duydum. Her insanın acı eşiği farklıdır. Onunki de buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİÇKİMSE
Literatura FemininaBen kimdim; soğuk, acımasız, ruhsuz bir kız mı? Kaç yaşındaydım, 18 mi? Bencil miydim? Kimsesiz, yalnız, tek başıma mıydım? Peki güçlü müydüm? Evet...oldukça. Gerçekten mi? Ben gerçekten bu muydum yani? Hayır! Ben 8 yaşında çocukluğ...