" Ne demek faruk amcayı kaybettik Emre?! Ne demek babamı kaybettik?!"
Çıldırmış gibi bağırıyordum. Kafayı yemiştim. Dalga geçiyorlardı benimle. Hep beraber kafa yorup 'bu Su'yu nasıl çıldırtırız?' diye düşünmüşler karşıma geçip bana oyun oynuyorlardı. Mükemmel.... Oskarlık bir oyun sergiliyorlardı yalnız. Çok gerçekçiydi. Çok ciddi duruyorlardı. Ben bile bir an inanmıştım.
Emre'nin 'Faruk amcayı kaybettik.' cümlesinden sonra dalga geçer gibi bir kahkaha atmıştım, ki gerçekten dalga geçmiştim. Bu kahkahamı annem ile Anıl ağabey duymuş olmalılar ki, içeri dalmışlardı. Sanırım kapının hemen önünde bekliyorlardı. Daha sonrası belli işte; oynadıkları oyunlara çemkiren, bağırıp çağıran, deliye dönen Su....
"Su canım kızım bir sakin olurmusun? Bak bizi-..."
"Yeter! Susun! Sizin oyunlarınıza gelemem ben. Babamın yanına gidicem. En azından o benimle dalga geçmez."
Tam kalkarken kolumdaki serumu fark etmiştim. Sinirliydim. Sinirliyken beni kimse durduramazdı. Bu serum bile!
Kolumdan bir hışım ile sert davranarak çıkardığım iğne canımı çok yakmıştı. Ama demiştim; 'Sinirliyken beni kimse durduramaz'. Kolumdaki acı, annemlerin söylediklerinin gerçek olmasının düşüncesinin yaşattığı acının yanında sinek ısırığı derecesinde hafif kalırdı. Kalbimin tam ortası acıyordu, kolum acısa ne yazardı ki?
Hızla yataktan kalkarak kapıya yöneldim. kapı kolunu indirdiğim anda belimden ili el girdi ve beni havalandırmaya başladı.
" Emre bırak beni! kendinize başka bir oyuncak bulun onunla oynayın! ben bu numaralara gelmem! bırak beni gidicem!"
Emre'nin omzuna çelimsiz yumruklarını geçirirken Anıl ağabey odadan çıktı. Gözüm anneme kaydığında ise pişmanlık göz yaşları döküyordu. Takdir etmeden geçemedim çok gerçekçiydi.
"Tamam! Tamam! Dur gitmiyorum ama indir beni birşey diyeceğim."
"Sana güvenmelimiyim?"
"Emre indir beni!"
Sesime hakim olamamıştım. Ben bile korkmuştum ki annem yerinde sıçramıştı. Ayaklarımı yerde hissetmiştim sonunda.
"Bak tamam gitmiyorum ama bunaldım. Güzel rol yaptınız ama baydı burada kesin isterseniz. Oda üzerime geliyor bahçeye çıkmak istiyorum. Sakinleşmem gerek."
"Su anlamıyotsun oyun değil. Ama neyse zamanla alışırsın bu gerçeğe. Bende bunaldım seninle geliyorum."
Kafamı karmaşık bir şekilde sallayarak onayladım.
Bahçeye çıktığımızda susadığımı farkettim ve hastanenin cafesine doğru ilerledim. Dolaptan su yeni yerleştirilmiş olmalıydı ki hâlâ ılıktı.
Ha bu arada kafama birşey takılmıştı.
- Ne ara sabah oldu? En son buraya geldiğimizde geceydi."On bir saattir uyuyorsun. O ara sabah oldu."
Demiştim bu çocuk iç seslerimi duyabiliyordu!
"Su bak bana inanman lazım. Sana oyun yapmıyoruz. Tamam ben olsam bende kabullenmezdim ama hayat istediğimiz yöne akan bir nehir değildir. Acılarıda var..."
Suyumdan bir yudum alarak durdum. Her an ağlayabilirdim.
"Her neyse ben geri gidiyorum sıkıldım."
Tam arkamı dönüp hastaneye giriyordum ki Emre' nin konuşmasıbile yerimde kalakaldım.
"Annen fenalaştı diye aradığında tansiyonu çok fazla çıkmış. Hastaneye getirilirken yolda kalp krizi geçirmiş ve kalbi durmuş..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PLATONİK (Yazılıyor...)
Short StoryOrtaokul da gerçek aşkını arayan Su karşılıksız bir sevgiye takılır. Çok üzülür ve hep hayal kurmakla yetinir. Ama bir gün bir karar alır , gider ve konuşmak için arkasında durarken çocuk arkadaşlarına sevgilisini anlatır. Su donup kalır ama geri dö...