Günümüzden 18 yıl önce
Kliniğe benzer bir yerde gözlerimi açmıştım. Başımda ise tarif edilemez bir ağrı saplıydı. Yavaşça yattığım yerden kalktım. Adım atmakta zorlanıyordum. Koridorlar bomboştu, terk edilmiş gibiydi. Aklımı toplayamıyordum. Bir sürü anı kafamda canlanıyordu. En son Doktor Norman'ın yüzünü hatırlıyordum.
Morris ve Norman'ın söylediği şey gerçekleşmiş olabilir miydi? Koridorun sonunda bir ayna vardı ona doğru yürümeye başladım. Aynanın önüne geldiğimde, yansıyan yüzün bana ait olmadığınıfark ettim. Bu başkasıydı. Demek ki başarmışlardı, demek ki başarmıştım. Başımda ki ağrı yavaşça yok oluyordu ve etrafımı daha net görüyordum. Hemen klinikten dışarı çıktım. Şuan önemli olan hangi tarihte olduğumdu. Bir marketin önünde durup, gazetenin üzerindeki baktım. İnanamıyordum, aradan tam otuz dört yıl geçmişti. Otuz dört yıl... Sokakta yürürken birden "başardım Elizabeth" diye bağırmaya başladım. Şimdi oğlumu bulmam gerekiyordu. Elizabeth'e verdiğim sözü tutuyordum.
Yaşadığım şehirde çok büyük değişiklikler yoktu. Öğlen vaktiydi. Antony benim oğlumdu, o yüzden şuan şirket binasında olması muhtemeldi. Yol boyunca ona ne diyeceğimi düşünüp durdum. Gerçi Norman veya Morris benim hikâyemi anlatmış olmalıydı. O yüzden çok şaşırmayabilirdi. Şirket binasının önüne geldiğimde, Allen impatorluğunun bıraktığım gibi dimdik ayakta durduğunu gördüm. Oğlum, başarılı olmuş ve hakkını vermiş gibi duruyordu. Değişiklik olmadıysa yönetim ofisi sekizinci kattaydı. Asansörden inip ofis kapısına doğru yürümeye başladım. Kapının üzerinde Antony Allen yazıyordu. Heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Derin derin nefes alıyordum. Sonunda cesaretimi toplayıp içeri girdim. Karşımda Morris ve Doktor Norman'ı görünce çok şaşırmıştım. Onca yıl geçmesine rağmen onları tanıyabilmiştim ama onların beni tanıması imkânsızdı. Önce yüzüme sonra birbirlerine baktılar.
"Siz kimsiniz?" dedi Doktor Norman.
"Beni tanımamanız gayet normal" dedim gülümseyerek.
Morris'in gözleri dolmuştu. Ardından gözündeki yaşı sildi.
"Gerçekten siz kimsiniz?" diye sordu.
Bir terslik olduğunu anlıyordum ama neydi?
Mutlu bir yüz ifadesiyle "Arkadaşlar başardınız. Benim Bryan."
İkisi de çok şaşırmış gibi yapıyordu. Fakat sahte oldukları çok belliydi.
"Buna inanamıyorum Bryan, sen gerçekten geri döndün" dedi Morris.
"Evet, her şey sizin sayenizde oldu, bu arada, yüzünüzdeki buruşuklukları saymazsak sizde hiç değişmemişsiniz" dedim alaycı bir tavırla.
Norman koltuğu işaret ederek "Gel dostum otur şöyle" dedi.
"Size sormak istediğim o kadar çok şey var ki ama önce oğlumu görmeliyim."
İkisi de susuyordu.
Ayağa kalkıp, sesimi yükselterek "Konuşsanıza oğlum nerede?"
"Öncelikle sakin olmalısın Bryan" dedi Morris.
Doktor Norman koluma girdi ve "Beyin nakli olayının bir gün gerçekleşeceğini sana söylemiştim. Dediğim gibide oldu. Fakat bu nakil işlemi sırasında herhangi bir vücut ve herhangi bir beyin birbirleriyle uyuşma göstermedi. Bu nakil işlemi sadece benzer DNA'lara sahip olan iki kişi arasında olabiliyordu. Çok üzgünüm Bryan."
Bunlar ne anlatıyordu. Kafamda parçaları netleştirmeye çalışıyordum. Masanın arkasında bulunan aynaya doğru yavaşça yürümeye başladım.
Aynanın karşısında durup gözlerimin içine baktım. Bu gözler... Elimle yüzümü okşamaya başladım. Gözyaşlarım avuç içime doluyordu.
Dişlerimi titriyordu. "bu nasıl oldu?" diye sordum.
Morris sorumu cevaplamak için söze girmişti.
"Bayan Allen ve oğlun Antony, seyahat ettikleri sırada geçirdikleri bir trafik kazasında hayatlarını kaybettiler."
Ardından Norman söze devam etti.
"Kaza sonrası, Antony ağır bir beyin travması geçirdi. Beyin ölümü gerçekleştikten sonra bizde oğlunun bedenini sana naklettik. Senin sayende o yaşamaya devam ediyor. Ne yapabilirdik ki oğlunun bedenini çürümeye mi terk etseydik?"
Aynanın karşısında yüzümü ezberlemeye çalışıyordum. Aklıma bebeğim geliyordu. Ellerimle saçlarımı okşuyordum...
"Oğlun, çok güzel bir hayat yaşadı Bryan. O çok mutluydu ve senin bir gün onun vücudunda geri geleceğini biliyordu."
"Benim oğlum öldü, bende öldüm" dedikten sonra merdivenlerden koşarak çatıya çıktım. Arkamdan koştuklarını duyabiliyordum. Beni ikna etmelerine izin vermeden bu saçmalığa bir son vermeliydim. Bu şekilde yaşamam mümkün değildi. Ben hayatta kalmayı oğlum için isterken, o benim için ölmüştü. Ona kavuşamadıktan sonra yaşamamın bir anlamı yoktu. Kirişin ucunda kollarımı açmıştım...
Bir yandan hıçkırıklara boğuluyor diğer yandan "Elizabeth özür dilerim, Elizabeth özür dilerim, Elizabeth özür dilerim" diyerek haykırıyordum.
"Dur sakın yapma" dedi Morris.
"Bu şekilde yaşayamam dostum"
Morris yüksek bir sesle "bunu Elizabeth için yapmalısın" dedi.
Ağlayarak "Elizabeth'e verdiğim sözü tutamadım ki" diye cevapladım.
"Senin Elizabeth'inden bahsetmiyorum. Antony'nin Elizabeth'inden bahsediyorum"
"Nasıl yani?" diye sordum ve kafamı onlara doğru çevirdim. Morris ve Norman'ın ortasında üç-dört yaşlarında sapsarı saçlı masmavi gözlü küçük bir kız çocuğu duruyordu.
Ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi bilemiyordum. Tam o sırada "baba" diye bir ses duydum. O küçük kız kollarını açmış bana doğru koşuyordu. Çıktığım kirişten inip ona baktım. Bacaklarıma sarılmış öylece duruyordu. Eğilip onu kucağıma aldım. Benim Elizabeth'ime benziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEDEN
Short StoryBir babanın oğlu için neler yapabileceği ve hatta nelerden vazgeçebileceğine tanık olacaksınız... Milyar dolarlık bir servete sahip Bryan Allen, küçük oğlu için dünyada kalmayı seçiyor ama bunun büyük bir bedeli var, önce gerçekleri kendisinin kabul...