Bunaltıcı bir yaz gecesi değildi, aksine havanın esintili ve huzurlu bir hali vardı. Saat sabahın 5'e gelmesine rağmen Céline'i bir türlü uyku tutmuyordu. Yataktan çıkıp üzerine pudra pembesi saten bir sabahlık geçirdi. Bir müddet mutfakta gezinip ne yapabilirim diye düşündü. Amaçsızca dolapları açıp kapıyordu.
Salona geçip rafta gözüne ilişen bir şişeyi eline aldı. Şişenin, Duru'nun İrlanda seyahati dönüşü kendisine hediye ettiği bir likör olduğunu anladı. Likörü uzunca bir termosa boşaltıp çantasına attı. Pencereyi açıp havayı kontrol edince dışarıda onu bekleyen serin havaya karşılık geceliğini sabahlık yerine bir kapşonlu bir sweatshirt'le kamufle etmenin daha yerinde olacağını düşündü.
Evden çıkması beş dakikayı bile bulmamıştı. Dünyada onun kadar özgürlüğüne düşkün biri olmadığına emindi. Belki de duyguları yüzünden önüne konulan bariyerleri kabullenmek zorunda kaldığı bu gerçeklikten kurtulduğu için kendini şanslı saymalıydı. Gün doğumunu beklerken bu düşünceler eşliğinde Seine Nehri'ne doğru yürüyordu.
Issız sokaklarda aylak aylak gezinirken birden içinde Daniel'den önceki Céline'i hatırlamak adına en sevdiği şarkıları dinleyerek eski anılarına dönme arzusu uyandı. Kulaklıklarını bir hışımla çantasından çıkarıp taktı, Serge Gainsbourg ve Jane Birkin şarkılarından oluşan bir çalma listesi bulup müziğin sesini sonuna dek açtı.
O sırada yıllar öncesine gitti, Serge'i terk ederek Los Angeles'a taşınan Jane B.'nin ruhuna büründü. Şarkılara mırıldanarak eşlik etmeye başladı. Üzüntüsünden zevk alan insanları mazoşist olarak nitelendirip küçümserdi, ama şimdi onlardan biri olmuştu. Hüzünlerini kalbinde ikiye katlayarak yoluna devam etti. Duygularında boğulup ölmeyi ne hissettiğinden kaçarak sahte bir hayat sürmeye yeğlerdi. En azından dürüst bir yaşam sürmüş olurdu.
Neredeyse alamet-i farikası denilebilecek bu bohem hallerini öylesine özlemişti ki kendisini yutmak için bekleyen girdabı göremeyecek kadar körleşmişti, yavaş yavaş özüne döndüğünü hissediyordu.
Seine'e ulaştığında nehrin kenarına oturup ayaklarını aşağı sallandırdı. İki eliyle kavradığı termosu sol eline alıp bir sigara yaktı. Şehir ışıkları önce sigarasının dumanının ardında kaybolmaya başladı. Céline en azından dudaklarının arasında kalan boşluğu dolduran bir alışkanlığı olmasından keyif alıyordu, özellikle de bu gece. Üflediğinde önünde solup giden bu dumana tıpkı küçük bir çocuğun oyuncak ayısına sarıldığı gibi sarılıp oracıkta tatlı bir uykuya dalmayı diliyordu.
Sağa sola sallanırken kısa ve tok bir sesle irkildi. Bir anlık refleksle başına sağa çevirmesiyle ayılması bir oldu. Bir grup yetişkin insanın patlattıkları şampanyanın sesiydi onu dalgınlığından çekip alan. Günün ilk ışıkları, gece denize düşen yakamoz gibi nehirin sularını okşarken şampanya eşliğinde bu manzarayı izleyen insanlar hala dünden kalan partinin etkisinden çıkamamışlardı anlaşılan.
Kızıla dönük kestane kâkülleri alnına düşen bir kadın Céline'e bir kadeh uzattı. Mathilde elli yaşlarında, Pantheon'da yaşayan bir makyözdü. Kızı Léa ise New York'ta bir sinema okulunda okuyordu. En azından, Céline'e anlattığı kadarıyla böyle bir yaşantısı vardı. Kocasından seneler önce boşanmıştı, kızı ise Céline'den yalnızca iki yaş büyüktü. Céline ile arkadaşlık kurmak ister gibi bir hali vardı, ancak ikisinin de konuşmaya mecali yoktu.
Eve dönerken Céline, ellerinde kahvelerle işlerine yetişme telaşına bürünen insanları gördükçe kıkırdıyordu. Onu eğlendiren ellerinde kahveleriyle şehrin dinamiğine kapılan kendi halindeki insanlar değil, kendisiydi. Herkes ayılmaya çalışırken onun yüzünde sonunda uyuyabilecek olmaktan kaynaklanan bir mutluluk yansıyordu. Evin kapısını aralarken esneyemeye başlamıştı bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşler, Tutkular ve Arzular
General FictionArzu doğası gereği söze dökülemezdir, erişilemezdir. Peki ya düşler ve tutkular? Düşler, Tutkular ve Arzular kitap konusu: Paris'te yaşayan bir genç kadın, kocasını henüz kaybetmiştir. Cenazenin ardından, senelerdir aşık olduğu adamla karşılaşınca a...