Şimdiki zaman:
* Ben ölü bir çiçeğim. O ise hala içimde kalan kokum. Ve hiçkimse, ölmüş bir çiçeğin içinden kokusunu çıkartamaz."
Ve gözlerimi bir kez daha beyaz tavana açmıştım. Artık şu hastaneden çıkmak istiyordum. Denize atladıktan sonra yine ölmemiştim. Yine ölememiştim. Ölmeye çalışmaktan yorulmuştum. Artık ölmek istiyordum ama hala izin vermiyorlardı. Yine hayata döndürmüşlerdi ve iki gündür hastanede yatıyordum. Deniz suyu midemi ve soluk borumu çürütmüş. Benim kalbim çürüdükten sonra hiç bir şey önemli değildi. Sadece kalbimi yani Burağımı istiyordum.
Annem ve Cem de de bir tuhaflık vardı. Sürekli Yağız'ın yanımda tek kalmasını sağlamaya çalışıyor gibiydiler. Özellikle de annem. Yağız'a oğlum diyordu ve bu benim için kötü bir durumdu. Yağız,Burak'ın yerine geçmiş gibi geliyordu. Ve bu da kötü bir durumdu. Herkes halinden memnun gibiydi ama ben Cem ve Aslıyı tanıyordum. Memnun gibi görünüyorlardı ama aslında en az benim kadar canları yanıyordu Yağız'ın Burak'ın yerine geçmesine. Ama yapacak bir şeyim yoktu. Ölüme çare yoktu. Aslında hala içimde ölmediğini tekrarlayan bir ses vardı. Ama bunu kimseye kanıtlayamazdım. Sadece susuyordum. Ve susmak çok can acıtan bir şeydi.
Sağ tarafıma bakıp doğrulduğumda koltukta uyuyan Yağız'ı görmem ile göz devirip doğruldum boğazımın ağrısına rağmen. Yüzümü buruşturarak daha rahat bir pozisyon alıp oturdum ve derin bir nefes alıp başımı geriye attım. Yağız'ı izlemeye başladım. koltukta oturmuş, dirseğini koltuğun koluna yaslamış ve kafasını da eli ile desteklemişti. Onun tipinden kötü bir insan olduğunu görmüyordum. Masum bir tipi vardı hatta. Biraz sert gibi duruyordu ama aslında iyi bir insandı. Ya da ben öyle sanıyordum.. hiç bir şeyin farkında değildim. Hiç bir şey bilmiyordum. Ne yapacağımı da bilmiyordum. Sadece yaşıyordum, ağlıyordum, ölmeye çalışıyordum ve can çekişiyordum. Başka yapabileceğim bir şey yoktu..
Gözlerini yavaşça açmaya başladığında yüzümü karşıda ki duvara çevirdim ve duvara bakmaya başladım. Onun bakışlarını üzerimde hissediyordum. Ciddi ifademi takınıp duvarla bakışmaya devam ettiğimde gülümsediğini hissediyordum. Başımı ona doğru çevirdiğimde gerçekten gülümsüyordu. Gülümsemesine anlam veremeyip sinirli bir şekilde başımı yeniden duvara çevirdim. Gülüşü artıp:
"günaydın prenses" dediğinde başımı ona çevirdim ve anlam veremeyerek baktım. Kaç gündür hastanedeydi benimle birlikte. Her gün ona ters davranmama rağmen hala bana gülümseyip iyi davranıyordu. Ben kötü davranmaktan bıkmıştım o gitmemekten bıkmamıştı. Her zamanki gibi cevap vermedim ve sadece duvara baktım. Gerinip odada ki ufak tezgahtaki bardağı alıp su doldurdu ve içti. Ben onu izlerken o hiç bir şey olmamış gibi davranıyordu ve bu beni deli ediyordu.
Bardağı bırakıp koltuğa oturdu ve dirseğini yeniden koltuğun kolu yaslayıp bana gözlerini kısarak bakmaya başladı. Başımı 'ne var?" der gibi sallayınca konuşmaya başladı:
"senin o kadar kötü davranıp surat asmana rağmen vazgeçmicem biliyorsun dimi?"
"neyden?"
"senin yanında durmaktan asla vazgeçmicem. Anla artık. "
"anlamak istemiyorum. Çünkü seni yanımda istemiyorum."
Asılan ve gerilen suratına meydan okur gibi baktım. Çok uzamıştı bu iş. İstemiyordum. Yeniden kaşlarını kaldırdı ve gülümsedi:
"isteyip istemediğini sormadım prenses. Sadece yanındayım. Ve gitmeme sen bile engel olamazsın."
Sinirle gözlerimi kırpıştırdım. Onunla konuşunca bile Burak'a ihanet eder gibi hissederken prenses demesi.. sinirimi bozuyordu. Ona emin bir şekilde döndüm:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KABUS
General FictionCanınızdan çok sevdiğiniz insan kollarınızda can verdi mi? Her gün attığına şükrettiğiniz kalbi kollarınızda atmayı bıraktı mı? Boğazınız yırtılana kadar çığlık attınız mı? Ölmeyi istediniz mi? Ben hepsini yaşadım.. Tüm bunların KABUS olmasını diled...