Sinan hocanın konuşmasından sonra hışımla o yerden çıktım. Akademinin terasına gelmiştim. Zar zor nefes alıyordum. Cidden bunlara inanması mıydık? Sinan hoca yada başka biri bana burada onları açıklamadığı sürece ben bırakın İzmir'i şuradan şuraya gitmezdim. O sırada kızlar merdivenlerde anca gözükmüştü. Yanıma geldiler ve beni sakinleştirmeye çabalarına girdiler. O sırada Barış'ı gördüm. Tabi ya. Biz aşağı indiren oydu. Demek ki bir şeyler biliyordu. Bana olanları açıklayabilirdi. Tamam onunla konuşurken çok zorlanıyor saçmalıyor olabilirdim. Yada heyecanlandığımda zaten koyu kahve olan gözlerim simsiyah olarak açık edebiliyordu ama öğrenmeliydim.
-"Biraz bekleyin yapmam gereken bir şey var." dedim kızlara ve Barış' a doğru yürüdüm.
-"Barış biraz beklesene. Konuşmamız lazım." dedim. O sırada o da bana baktı. Hızla yanına gittim. Yanına varınca tam ağzımı açacakken beni susturdu.
-"Ne diyeceğini anlayabiliyorum. Ama burada olmaz. Benimle gel." dedi Barış. Bense hiçbir şey diyemedim. O da benim bileğimden tutup peşinde sürüklemeye başladı.
Bir dakika ne? Bileğimden tutmuştu. Bazıları için bu normal bir şey olsa bile bunu yapan kişi önemliydi. Bileğimi tutan Barış'tı nede olsa. Benim hoşlandığım çocuktu.
Barış beni peşinden bizim gitar sınıfının yanındaki minyatür ve aynı zamanda karikatür sınıfına götürdü. İçeri girdiğimizde bileğimi bıraktı kapıyı kapadı. Sonra da teras kapısının yanına gidip o kapıyı kapadı ve perdeleri çekti. İçeriye perdenin kenarlarından sızan bir miktar ışık giriyordu ama yinede içerisi fazla karanlık olmamıştı. Bende o sırada odanın ortasında durmuş ve onu izlemiştim. Sonra Barış geldi bir tabure çekti ve oturdu. Ben hala ayakta kalmıştım. Elimde de Sinan hocanın verdiği şu kitap vardı.
-"Oturmayacak mısın? Otursan iyi olur mevzu uzun." dedi Barış. Bende bir tabure çektim ve oturdum.
-"Barış sen benim neyi merak ettiğimi nereden biliyorsun?" dedim tek nefeste. Öncelikle merak ettiğim buydu. Tek merak ettiğim değil.
-"Cidden bunu mu merak ettin?" diye sordu ve bende evet anlamında başımı salladım. "Bunu anlamak o kadar da zor değil. Gözlerinden bile okunuyor neler olduğunu merak ettiğin."
-"Ee, tamam hadi anlatmaya başla. Neler dönüyor burada? Niye bana kimse bir şey açıklamıyor? Öliyim mi meraktan onu mu istiyorsunuz?"
-"Hayır hayır. Kimse ölmeni falan istemiyor. Ama sandığından çok uzun bir olay var. Şimdi sana bir şey soracağım. Ama doğru cevap vereceksin. Tamam mı?" diye sordu Barış. Ne soracaktı?
-"Tamam. Hadi sor. İyice merak ettim şimdi." dedim ikimizde tebessüm ettik.
-"Sihire inandın mı?" diye sordu Barış. Bu muydu cidden?
-"Aslında küçüklüğünden beri Sihire inanmıştım. Sadece sihire mi, sihir türündeki her şeye. Hala da inanıyorum." dedim. Doğruydu. Hatta her zaman sihir yapabilmeyi de isterdim ama bunu şimdi söyleyemezdim.
-"İnandığım şeylerin doğru çıkması güzel değil mi?" dedi ve ileri doğru döndü. Ne? İnandığım şey doğru muydu? Ne diyordu bu? Beyin travması geçirmek üzereydim.
-"Dediğini açıklama nezaketinde bulunabilir misin? Hani söylediğin şok edici bir şeydi. Anlamadım. Uzatma işte anlat. Kıvrandırma beni." dedim en sonunda. Ah yeter.
-"Tamam tamam." dedi bana gülerek. Bende biraz gülmüştüm. "Az önce gördüğün şeyler neydi?" diye sordu Barış."Hani odada ortada olan."
-"Taşın üstünde bir ateş, ateşin etrafında toprak, su ve taşın etrafında esen rüzgar." diye cevap verdim parkmaklarımla sayarak.
-"Doğru ama tamamı değil. Senin o taş olarak gördüğün şey aslında taş değildi. Siyah bir örtüydü. Yani aslında taş vardı ama içi boştu. Gördüklerin havada duruyordu. Bu telekineziyi gösteriyor. Diğerlerini tahmin edersin. Ateş, su, hava ve toprak elementleri. Ve sonuncusuda bunların bazıları birbirlerini yok edebilir. Mesela ateş ve su. En basiti. Ama bunlar birbirlerine zarar vermiyordu. Bir arada durabiliyordu. Buda onların kontrol edildiğini gösterir. Bu da telepatiyi temsil ediyor. Telepatinin bizi yönettiği yok merak etme." dedi ve güldü. Ben gülemiyordum. Hiçbir şey anlamamıştım. Kafam karışmıştı. Nasıl yani.
-"Şimdi siz bu güçlere mi sahipsiniz?" diye sordum.
-"Hayır, siz değil. Biz demeliydin."
-"Ben de mi? Sanmıyorum. Eğer bir gücüm varsa bu güne kadar öğrenirdim herhalde." dedim olanlara inanamayarak. Cidden nasıl inanabilirdim.
-"İnanmanı beklemiyorum. Ama gerçek. Ve bugüne kadar anlaman normal. Gücünü içinden çıkarmanın zordur. Bunu tetikleyen bazı şeyler var. Bunlar işi kolaylaştırır. Ama kolay hali bile yeterince zor. Ama gücünü açığa çıkarınca da onu içinde tutman zor. Ben öyleyim mesela."
-"Senin gücün ne peki?" diye sordum.
-"Su."
-"Güzelmiş. Peki diğerleri ne?"
-"Oğuz toprak, Murat telepati, Kumsal telekinezi."
-"Bana biraz Kumsal'ın neden bunları bizden önce öğrendiğini söyler misin? O biz 3'lünün bir parçası. Gitar dersine de gelmiyor. Hatta ritime de gitmiyordu. Biliyorum çünkü derslerimize birlikte gidiyoruz. Her zaman. Ve bize hiçbir şeyden bahsetmedi. Aksine bu sabah mesela. Yalan söyledi."
-"Onun üstüne gitmemelisin. Sinan hocanın izni olmadan anlatamazdı. O bunun için çok uğraştı. Ama Sinan hoca izin vermedi anlatamazdı. Biz de nedenini bilmiyoruz. Sinan hoca her şeyi tek başına anlattı. Aslına bakarsan kime söylenecekse Sinan hoca yanlız yapardı bunu. İlk kez sizin öğrenme anınıza herkes tanık oldu."
-"Pek 'öğrenme' olmadı ama." dedim ve gülüştük. "Peki benim gücüm ne? Geriye sadece hava ve ateş kaldı. Ben hangisiyim?" en merak ettiğim soruyu en sonunda sormuştum.
-"Bunu daha öğrenemeyiz. Sinan hocaya göre daha zaman varmış bunu öğrenmeniz için. Ama ateş ve su karşılıklıdır. Hissedebilirler birbirlerini derler. Bence sen ateşsin. İçindeki ısıyı ve seni buhar ederim tehdidini duyabiliyorum." dedi. Bu sefer ben daha çok gülmüştüm.
-"Bilmem ama bunu rahatça söyleyebilecek birisiyim orasını biliyorum." dedim ve biraz daha güldük.
-"Bana bunları anlatmamı Sinan hoca istemişti. Sandığımdan daha kolay oldu en azından. Hadi gidelim artık." dedi.
Birlikte akademinin dışına çıktık ve o sırada Deniz ve Kumsal geldi aklıma. Barış bana akademinin yolunun sonuna kadar eşlik etti ve gittiği yoldan döndü. Ben peşinden bakakalarak. Sonra bir baktım Deniz önümde. Aaa. Biz birlikte gidip eşyaları toparlayıp İzmir'e gidecektik. Unutmuştum. Tırsa tırsa kızların yanına geldim. İkisinde merak küpüydü anlaşılan.
-"Neler oldu? Ne konuştunuz? Ne yaptınız? Umarım yine heyecanından saçmalamamışsındır. Gözlerininde siyahı gitmiş. Heyecanlı değil miydin sen?" ve daha fazla soru yağmuruna tuttu beni Deniz. Benden heyecanlanmıştı anlaşılan.
Deniz'e tam her şeyi anlatacakken bir anda zihnimde bir ses yankılandı. Tuhaftı. Sanki geçmişten gelen bir yansımaydı. 'Deniz şimdi öğrenmemeli. Zamanı değil.' diyordu bu ses. Bu bana bir yerden tanıdık gelmeye başlamıştı ses kafamda yankılandıkça. Bu Murat'tı. Aklımdan 'Tamam, eğer yanlış bir şey söylersem uyar beni. Ben toparlarım.' dedim. Oda onayladı. Sıra gelmişti ben olanları üstün körü anlatırken Kumsal'ın evine gidip ona acele ettire ettire hazırlanmasını sağlayıp bize daha sonra da gelen arabayla Deniz'in evine gitmek orada da toplanma yerine gidip yolculuğa başlayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli Bir Yer
FantasyBir grup gelecek ve hepimiz kurtaracak. Eğer görevlerinde başarılı olurlarsa tüm evreni kurtarmış olacaklar. Bu paragraf ve dahası hayatımı değiştirdi. 14 yaşında sıradan bir kızdım ama sonra dünyayı kurtarmak için savaşmaya başladım. Gücümü i...