Geniş koğuşa adımımı atarken yaşayacağım uyku sıkıntısından tamamen bihaber bir şekilde yatağımın hangisi olduğunu düşünüyordum. Kapının girişine yakın olan ranzalarda üstlerim olduğunu düşündüğüm bir grup beni ve yeni gelenleri inceliyor, arada dönüp birbirlerine bir şeyler söylüyorlardı. Yanlarından geçerken duyduğum birkaç kelimeden biri yine 'poşetler' olmuştu. Bunun çömezlere verilen bir lakap olduğunu tahmin ediyordum ancak en yakın zamanda bunun ne demek olduğunu öğrenmezsem meraktan çatlardım.
Hızlı adımlarla ilerleyip ilk bulduğum boş ranzanın üst katını kaptım. Zaten herkes dip dibeydi, en azından yüksekte olursam insanlarla temasımı minimuma indirgeyebilirdim.
Bütün gün oradan oraya koşturup evrak işleri ve bir sürü ıvır zıvırla uğraşmış olmanın verdiği yorgunluk, yatağa uzandığım anda üzerime çökmüştü. Gözlerimi dinlendirmeye karar verdim bir süreliğine. Pijamamı giymeyi olabildiğince ertelemeye çalışıyordum çünkü kolumu bile kaldırmaya halim yoktu.
Birden aklıma sağlık muayenesinde yaşadığım garip anlar geliverdi.
Doktor olan, yaklaşık 15-20 saniye anadan üryan bizi beklettikten sonra yeniden şortlarımızı giymemiz komutunu vermiş ve yirmi adam hep birlikte derin bir nefes almıştık. O kadar kısa bir sürede neyi kontrol ettiklerini/edebildiklerini merak ediyordum açıkçası. Bu, sağlık kontrolünden çıktığımızda herkesin aklındaki ortak soru bu olmalıydı fakat tahmin edileceği üzere herkes bu konu hakkında konuşmayı reddetmişti.
Sonra bir de sarışının beni her şeyimle görmüş olduğu gerçeği vardı tabi..
''Cehenneme hoşgeldin.'' diye konuştu birisi, yatağımın kenarında hissettiğim çökmeyle birlikte. Gözlerimi zorla açıp baktığımda bana gülümseyerek bakan bir suratı beklemediğim kesindi.
''Poşet demeni beklerdim.'' dedim hafif bir sitemi de araya serpiştirerek.
İç ferahlatan bir kahkaha attı üstlerimden olduğunu tahmin ettiğim adam.
''Hoseok.'' dedi ve elini uzattı. Uzattığı elini bekletmeden sıkarak cevapladım, ''Jungkook.''
''Erken yat Kook, şafak 4.52'de.'' dedi ve demirlerine tutunarak çıktığı ranzamdan aşağı atladı. Ardından bana bakarak ekledi, ''Zaten daha fazla dayanabilecek gibi de görünmüyorsun.''
Ufak bir tebessümle omuz silktim. Ardından kendimi kalkmaya zorlayıp pijamalarımı geçirdim üzerime. Hoseok tam zamanında beni uyarmış olmalıydı çünkü gözümü açık tutabildiğim son anlarda diğer herkesin benim gibi giyinip yatmaya hazırlanıyor olduğunu görmüştüm. Uykuya oldukça düşkün bir insan olmam da beni zorlayacak durumların bulunduğu uzun listeye eklenmişti böylece. Çünkü bırakın 4.52'yi, sabah 6'da bile hayatım boyunca kaç kez kalktığımı sorsanız bir elin parmaklarını geçmeyeceğinden emindim.
Bunu daha sonra dert edinmeye devam edeceğimi zihnimin bir köşesine not alırken çoktan kendimi uykunun huzurlu kollarına salmıştım..
***
Tanrım, donuyordum.
Bir yandan da kendime sövüyordum. O içliği giymemek hayatımın hatalarından biriydi.
Normal hayatımda bu kadar erken kalkmadığımdan, haliyle ne derece soğuk olacağını da kestirememiş ve uykunun pençesinden de tam olarak kurtulamamışken üstüme direkt asker üniformamı geçirmiştim.
Şimdi ise birinci elden tecrübe edindiğim bir hayat dersi edinmiştim. İçlik giymeden bir daha asla dışarıya adımımı atmayacaktım.
Sabahın köründe ne mi yapıyorduk? Mıntıka temizliği. Her asker kışlanın içinde veya dışında bir bölgenin temizliğinden sorumlu tutuluyor ve her sabah bu temizlik tekrarlanıyordu. Halime şükrediyordum çünkü tuvalet, banyo gibi yerlerin yanında bana düşen kışlanın bahçesi oldukça makul bir bölgeydi. Tabii bir yemekhane ya da koridor bu soğuk sabah saatlerinde hiç fena olmazdı ama..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MILITARY || kookmin
FanfictionJungkook askerlik görevini yapmak üzere ordu tarafından çağrılan, hayatının baharında bir gençtir. *Smut içerir*