Şaşkınlığımı henüz üzerimden atamamıştım. Jimin ofisinin temizliği için beni seçmişti. Bu oldukça iyi bir haberdi, şüphesiz.. Ancak dünki tavırlarından sonra böyle bir karar alması zihnime cevabı olmayan yeni sorular dolmasına sebep olmuştu.
Düşünceli halimle adım kadar iyi bildiğim yarbayın ofisinin önüne gelmiştim. Üniformamı düzeltip elimi saçımdan geçirerek iyi göründüğümden emin olduktan sonra kapıyı tıkladım.
Cevap yoktu.
Bir miktar rahatladığımı söyleyebilirdim. Biraz da hayal kırıklığı vardı tabi.
Yine de o yokken odayı daha rahat inceleyebileceğim için sevinmekten kendimi alamamıştım. Kapıyı açıp içeri girdiğimde tam olarak beklediğim tarzda bir odayla karşılaştım.
Bir duvarı kaplayan geniş kitaplık, içinde çeşitli dosyaların bulunduğu dolaplar, üzerinde bir iki kitap, bir kaç evrak, dolma kalem ve laptop bulunan çalışma masası ve hemen önünde konumlanmış iki deri koltuk.
Eşyalar çoğunlukla eskitme ahşaptan oluşuyordu. Yalnızca çalışma masası cevizden yapılma gibi görünüyordu. Detaylarında ince işçilik olduğu açıkça görülen oymalarıyla oldukça değerli bir masa gibiydi. Üzerinde O'na ait herhangi bir özel eşya aramıştım gözlerimle.
Aradığım şey daha çok mutlu anların birinde çekilmiş, özenle çerçeveye yerleştirip çalışma masasında yerini alan o klasik fotoğraflardandı.
Ancak Park Jimin'in masasında ona ait olduğunu gösteren tek bir şey bile bulamamıştım.
''Ben de ilk gördüğümde o masaya aynen öyle bakmıştım.'' dedi ne ara geldiğini anlamadığım sarışın. Odanın ortasında dikilmiş masayı incelerken bir anda konuşmasıyla irkilmiş, her zamanki kendinden emin yürüyüşüyle yanımdan geçmesini izlemiştim. ''Beğendin anlaşılan?'' dedi masasının ardındaki büyük deri koltuğa kendini atarken.
''Ah, evet. Oldukça değerli görünüyor efendim.'' dedim duruşumu düzeltirken. Cevabımla bana küçük bir gülümseme bağışlamış ve masasının üstündeki kağıtları karıştırmıştı. Ancak hemen sonra duraksayıp tek eliyle burnunun kemerini tutarak gözlerini sıkıca kapamıştı.
''İyi misiniz?'' diye sordum telaşla. Yeni yeni fark ediyordum ki, oldukça solgun görünüyordu.
Zayıflıklarını gizlemekte eşi benzeri az bulunur bir örnekti Park Jimin.
Fakat zayıflığını benim görmeme izin veriyordu.
''İyiyim, iyiyim. Yalnızca biraz yoruldum.'' dedi ve kağıtları masadaki yerlerine geri bırakıp bitkinlikle koltuğunun arkasına yaslandı gözlerini kapatarak. Sabahın bu saatlerinde onu bu denli bitkin düşürecek tek şey üst rütbelilerin kurul toplantısı olabilirdi. 'Muhtemelen toplantıdandır' diye düşünerek buraya gelme amacımı hatırlamış, sehpanın üzerindeki boş bardaklardan başlayarak odayı toplamaya başlamıştım ben de. Arada bir çaktırmadan ona göz atmaktan da kendimi alamıyordum.
''Senden bir iyilik rica edebilir miyim?'' dedi aniden beni şaşırtarak. Gözleri hala daha kapalıydı.
''Tabii.'' dedim. Ne olduğu fark etmezdi, isterse böbreğimi söküp ona vermekte bir dakika bile tereddüt etmezdim.
''Bir omuz masajı hiç fena olmazdı.'' dedi gözlerini açıp gözlerime dikerek. Sesinin en tatlı tonunu kullanırken tepkimi ölçüyor gibiydi, ''Bilirsin, bütün gün silahlarla uğraşmaktan en çok yükü çeken omuzlarım oluyor.''
Şaşkınlıkla duraksamıştım bir an. Saniyeler içinde bakışlarını, davranışlarını ve sesinin tonunu değiştirebiliyor oluşu fazlasıyla afallamama sebep oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MILITARY || kookmin
FanfictionJungkook askerlik görevini yapmak üzere ordu tarafından çağrılan, hayatının baharında bir gençtir. *Smut içerir*