Karmaşa.
Karmaşadan nefret ederdim.
Eğer nefret ettiklerimden bir liste yapmam gerekirse karmaşayı en başa koyardım. Düzen ve sükunetin olmadığı yerlerde bulunmamaya özen gösteriyor, buna karşın her seferinde de insanlığın tüm evrene saçtığı o iç bunaltan karmaşasına bir şekilde dahil oluyordum. Bu döngü ruhumu yoruyordu.
Tüm bu fikirlerin, savaşın göbeğine atılmak üzere olan bir yarbaya ait olması da oldukça çelişkiliydi ya.. Neyse.
''Düşmanın batı yollarını tutması sebebiyle destek ve erzak talep edemeyeceğimiz bir konumda olacağız, bu savaşa girmek aptallık olur!''
''Sayıca da dezavatajlıyız...''
''Acemi birliği bu çatışmanın üstesinden gelecek seviyede değil!''
''Bir an önce hazırlığa başlayıp burayı terk etmemiz gerekiyor..''
Her kafadan bir sesin çıktığı geniş salonda koltuğumun arkasına yaslanmış, bezgince rütbelilerin tartışmalarını dinliyordum. Nasıl olsa korgeneral gelene dek kimse bir karara varamayacağından, rütbeliler boş bir tartışmanın içinde sürüklenip duruyorlardı.
Biz askerler, ne de olsa yalnızca üst rütbelilerin söylediklerine uymakla görevli piyonlardık..
Tae'ye baktığımda karşımdaki koltukta benden farksız olmadığını görmüştüm. Yalnızca onun daha kendine güvenir gibi bir hali vardı. Ya çoğunlukla yaptığı gibi hislerini ifadesiz yüzünün altına özenle gizlemişti, ya da gerçekten bu ufak çaplı(!) savaşın çok da büyük bir sıkıntı olmadığını düşünüyordu. Mimiklerin uğramadığı yüzüne dikkatlice gözlerimi dikmişken büyük oyma kapının gürültüyle açılması sonucu tüm rütbeliler ayağa kalkarak hazır ola geçmiş, korgeneralin yerine oturmasını beklemeye başlamıştık.
''Oturabilirsiniz.'' diyerek kendisi de koltuğuna oturmuş ve sıkıntılı bir nefes koyvermişti general.
''Pekala.. Şimdi size üstlerin emirlerini beyan edeyim..'' yanında dikilen genç yardımcısının elindeki kağıdı uzatmasıyla onu huysuzca terslemişti, ''Tanrı aşkına Nathan, o belgeyi sabahtan beri hatim ettim zaten!'' Kafasını iki yana sallarken, utançla geriye çekilen -fakat buna oldukça alışkın gözüken- yardımıcısını umursamadan masaya yaklaşmış ve ellerini tam masanın üzerinde birleştirmişti. Gerginliği, hoş haberler vermeyeceğinin habercisi gibiydi,
''İstihbarat terörist birliğinin iki gün içinde saldırıya geçeceğini söylüyor. Bu, ne kaçmanız için ne de askerleri buna hazırlamanız için yeterli bir zaman. O nedenle siz rütbeliler, tüm iş size düşüyor..''
Tae'yle anlık olarak göz göze gelmiştik.
''Şayet, savaşta gerçekten yardımı olabilecek nitelikli askerler tespit edebildiyseniz derhal onları toplayıp bir strateji hazırlamaya başlayın. Bir saat sonra toplantı odasında olun. Sorusu olan?''
Söylediklerini bitiren korgeneral ayağa kalkarak başıyla kısa bir selam vermiş ve salonu terk etmişti.
Şimdi ise savaşın kaderini belirleyecek tam bir saatimiz vardı.
**
''Al, bu kişileri hemen odamda istiyorum.'' diyerek isimleri yazdığım kağıdı askerin eline tutuşturup hızlı adımlarla uzaklaşmasını izledim. Aklımda milyonlarca tilki geziyor ve hiçbirinin de kuyruğu bir diğerine dokunmuyorken kafamı toparlamaya ve ana odaklanmaya çalışıyordum. Kabaca oluşturduğum savaş stratejisi yeterince kafamı allak bullak etmiyormuş gibi bir de Jungkook vardı. Gözlemlerim sonucu onun ortalama bir askerden daha yetenekli olduğunu fark etmiştim. Özellikle de yakın dövüşte..
Tae'nin onu seçmeyeceğini umuyordum..
Kapıyı tıklatan asker grubunun yavaşça içeri girmesiyle şaşırmış ve telaşlanmıştım. Gerçekten de düşüncelerimde kaybolmak düşündüğümden daha çok zaman alıyordu ve buna bir an önce son vermeliydim.
''Bizi çağırmışsınız komutanım.'' dedi en önde duran Jungwoo, heyecanını gizleyemediği gözleriyle.
''Evet..'' dedim ve ayaklarımı uzattığım masanın üstünden indirdikten sonra ciddi bir ifadeye bürünerek kollarımı masaya yasladım. Eh, bir savaşın başlayacağını açıklarken ciddi olmalıydınız. ''Sizi çağırma nedenim..''
Vaktin geri kalanında kısaca onlara durumdan bahsetmiş, son olarak da yapamayacağını düşünenlerin katılmama hakkı olduğunu eklemiştim.
Birisi bile gitmemişti.
Bu durum fazlasıyla gururumu okşamıştı.
Hepsinden kabaca birer strateji oluşturmalarını istedikten sonra toplantı salonuna doğru yola koyulmuştuk. Bu genç zihinlerden ne tür stratejiler çıkacağını merakla bekliyordum.
Toplantı salonuna girdiğimizde gözlerim istemsizce Jungkook'u aramış, bulamadığında ise farkında olmadan tuttuğum nefesimi vermiştim. Ardımdaki askerleri toplayıp Tae ve grubunu aramaya başladım. Çok uzun sürmedi, çünkü az ilerimizde bana bakıyor olduğunu fark ettim. Adımlarımı oraya yönlendirirken içime bir rahatlama yayılmaya devam ediyordu çünkü Jungkook'u etrafta da görememiştim.
Ancak bu da uzun sürmedi.
Neden mi?
Çünkü Tae'nin yanına vardığımda ardındaki kalabalıktan, kahvenin en yumuşak tonundaki saçları ayırt etmem çok kısa bir zamanımı almıştı.
Lanet olsun. Jeon Jungkook işte tam oradaydı..
''Jimin?''
Tae bir şeylerin ters gittiğini anlamışçasına yüzüme bakıyordu. Nereye baktığımı anlamaması için donup kalan bedenimi gevşetmeye çalıştım.
''Evet?''
''Bir sorun yok değil mi?''
''Ah, hayır. Yalnızca çaylakları bu işe sokmanın ne kadar doğru olduğunu düşünüyordum.'' dedim ellerimi ceplerime sokarken.
Yememişti, ancak üstelemedi. Muhtemelen kurt gibi keskin sezgileri ona yalanım hakkında bir şeyler fısıldamıştı. Düşünceli bir şekilde başını sallarken konuştu,
''Bundan ben de emin olamıyorum. Ama savaşçılık bir bakıma doğuştan gelir, değil mi? Bizim yaptığımız sadece hayatta kalma içgüdüsü daha güçlü olanları seçmek.''
Omuz silkmekle yetindim. Zihnimde dört dolanan bir Jungkook varken daha fazla cümle kurmak zor olacaktı. Nitekim buna gerek de kalmadı çünkü general ardında rütbeli dolu bir sürüyle salona teşrif etmişti.
Bundan sonraki dakikalar, kendimi derin bir nefes alıp duruma alıştırmama izin vermeden, acımasızca geçmişti. General yarım saat içinde stratejist gruptan fikirleri dinlemiş, halihazırda kendinin de oluşturduğu plana bunları ufak dokunuşlarla eklemişti. İlk yarım saat bu nedenle biz rütbelilerin yalnızca bekleyişle geçirdiği sıkıcı bir zaman dilimi olmuştu. Nihayet stratejistler ve general ortak bir karara vardığında ise yirmi kişilik masanın neredeyse yarısını kaplayan haritayı önümüze serip planı anlatmaya başladı.
''Teröristlerin sayıca üstün olduğu bir gerçek, ancak onlarda olmayan bir avantajımız var..'' Yılların getirdiği tecrübeler ve ordu işleriyle uğraşmanın sıkıntısını belli edercesine nasırlaşmış parmağını haritanın üzerinde gezdirdi ve devam etti general, ''Ev sahibi biziz. Bu da planın kilit noktası olacak..''
Salonda dikilen onlarca kişiye karşın sükunet havayı ağırlaştırmış gibiydi, neredeyse kimse nefes almıyor, yalnızca generali dinliyorlardı. Gözlerimi kapatsam muhtemelen salonun insanla dolu olduğunu fark etmezdim bile..
''..Keşif yapmamıza gerek yok. Bu da bizi bir diğer avantajımıza götürüyor. Başlangıç için hava kuvvetlerini kullanmamıza gerek olmayacak. Öncelik sizde beyler..'' demişti general..
Ve kalbim birkaç saniyeliğine atmayı kesmişti.
General tam olarak Tae ve grubuna işaret etmişti..
''Açılışı yapacak ve düşmanı hamlesini yapmadan önce sıkıştıracaksınız. Bu savaş, avlananın kaybettiği bir savaş olacak.''
Yorum ve beğenilerinizi esirgemeyiniz..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MILITARY || kookmin
FanfictionJungkook askerlik görevini yapmak üzere ordu tarafından çağrılan, hayatının baharında bir gençtir. *Smut içerir*