**
Gözlerime koyulaşmış kahveleriyle bakarken aklıma gelen o kirli düşünceyi ima edip etmeyeceğini çözmeye çalışıyordum. Elini acelesiz hareketlerle omzumdan boynuma, oradan da çeneme götürmüş, baş parmağıyla dudaklarımı okşarken konuşmuştu,
''Başlasan iyi edersin.''
**
''Daha sert!''
''Yeterince hızlı değilsin!''
Talimatlara uymaya çalışarak kollarıma daha da yükleniyor, belimden daha çok kuvvet almaya çalışıyordum ancak daha fazla takatim kalmamıştı. Üstelik dizlerim de bu duruma isyan etmeye başlamıştı. Son kez derin bir nefes vererek kolumla ter damlalarının ince yollar çizdiği alnımı silmiş, başımı arkaya atarak taş zeminin üstüne oturmuştum.
Bir 'şap' sesiyle elimdeki bezi çamaşır suyu dolu kovanın içine attım. Sonunda bitmişti.
Park Jimin bana bütün sınıfın zeminini bir temizlik beziyle sildirmişti.
Hayır, beklediğim ceza bu değildi ve yaşadığım hayal kırıklığını tarif etmem imkansızdı.
''Ah, üzgünüm. Elim çarptı.'' dedi utanmış gibi bir ifade takınıp masumca gülümserken. Masanın üzerine yunan tanrılarını kıskandıran kalçalarını yaslamış dururken hemen yanında duran çay dolu bardağı kasıtlı olduğu bariz şekilde yere düşürmüştü.
İşin kötüsü, taktiği üzerimde işe yarıyordu.
Bardağı düşürüp düşürmemesi önemli değildi. Bana bu şekilde gülümseyerek bakarken onun için yapamayacağım çok az şey vardı.
Ses etmeden kovaya attığım bezi yeniden alıp sıkarak gözlerimi gözlerine sabitledim. Bu bir nevi ona 'yaptığın şeyi biliyorum, ancak hoşuma gitmesini engellemiyor' deme şeklimdi. Gözlerimi gözlerinden çekmeyerek önüne gelmiş ve diz çökerek yeri silmiştim.
''Bitti efendim.'' dedim bezi son kez olmasını umarak kovaya attıktan sonra. Yaslandığı masadan kalkıp gülümseyerek yanıma geldi ve elini omzumda gezdirerek konuştu,
''İyi iş çıkardın asker..'' bir an omzumu hafifçe sıkarak gözlerini büyütüp sordu ''Çok yoruldun mu?''
Ne diyeceğim konusunda kararsız kalmıştım. Yorulduğum açıkça görünüyor olmalıydı, böyle bir soru sorması cevapsız kalmama neden olmuştu.. Yine de bir cevap vermem gerekiyordu ve kahvenin açık tonlarındaki gözlerine bakarken kendimi fazlasıyla dürüst davranırken bulmuştum.
''Biraz.'' cevabım üzerine tuttuğu omzuma hafifçe 'hadi' dercesine vurarak konuşmuştu,
''Pekala, derse başlayalım o zaman.'' Ve dönüp masasının üzerindeki notları karıştırmaya başlamıştı.
Beni bayağı umursayan bu tavrına(!) hayran kalmıştım.
Yaşadığım kısa süreli şaşkınlıktan sonra en öndeki masaya oturmuş, gerekli kağıtları seçmesini izlemeye başlamıştım. Bir kaç tane yazı dolu kağıdı önüme koyduktan sonra yan taraftan çektiği bir sandalyeyi masamın önüne ters bir şekilde koyarak arkalığına kollarını dayayıp oturmuştu.
Önüme koyulan kağıtların üzerindeki yazılara bakıyor fakat hiçbir şey göremiyordum. Karşımda bacaklarını iki yana açarak oturduğu bu pozisyona her ne kadar bakmamaya çalıştıysam da aklımı dağıtıyor olduğu bir gerçekti. Diğer yandan üzerimde hissettiğim bakışları bana bir türlü rahat vermiyordu.
Hadi ama.. Bu şartlar altında nasıl derse odaklanmamı bekliyordu ki?
Sonunda zihnimin arka odalarında fazlasıyla gürültü eden o dürtüye yenik düşmüş, bir saniye olsun üzerimden çekilmeyen bakışlara karşılık vermiştim. Sandalyenin arkalığına yasladığı kollarını bağlamış, üzerine çenesini konumlandırmıştı. Bal rengi küreleri herhangi bir çekinme belirtisi olmaksızın kahvelerime uzanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MILITARY || kookmin
FanfictionJungkook askerlik görevini yapmak üzere ordu tarafından çağrılan, hayatının baharında bir gençtir. *Smut içerir*