Jimin
Sıkıntıyla deri koltuğuma attım kendimi.
Kurulda birkaç haftadır sınırının neredeyse dibinde bulunduğumuz ülkeyle yaşadığımız anlaşmazlıklardan dolayı savaş çıkabileceği dedikoduları kol geziyordu. Eğer böyle bir şey olursa ilk işgal bölgesi kışlamız olacaktı.
Diplomasiden anlardım. Ülkenin elçileriyle yaptığımız konuşmada dedikoduların yalnızca içi boş söylemlerden ibaret olmadığını anlamam da kolay olmuştu bu nedenle. Elçi tıpkı olması gerektiği gibi masum bir maskenin ardından zeytin dalını uzatmış, tekliflerini reddetmemiz üzerine gözlerini saklayamayan maskesinin ardından hain ışıltılarını sunmakta gecikmemişti.
Her ne kadar ülkemi milli duyguların getirdiği güçlü bir bağlılıkla sevmiyor olsam da, nadir görüştüğüm ailemin tehlike altında olabilme ihtimali canımı sıkıyordu. Hoş, benim ne durumda olduğum onların pek de umrunda değildi ya..
Gerçekten de kimsesizsin Park Jimin.
Zihnimden geçen cümleye sonuna kadar hak veriyordum.
Yapayalnız biriydim..
Kapı iki kez tıklanmış, gel komutumla içeriye siyahlara bürülü beden girmişti.
''Naber?''
Deri koltuğa yasladığım başımı kaldırmadan bezgin bakışlarla karşılık vermiştim Tae'ye,
''İyi olmadığını biliyorsun.''
''Adet yerini bulsun istedim.'' dedi yanımda benim gibi kendini koltuğa salarken. Bir süre sessizce tam karşımızda duran tabloyu izlemeye devam ettik. Bir nehir, yanında nehre doğru eğilmiş, yaprakları sarıya çalan bir çınar ve boş bir kayık. Başarılı bir ressamın göz alıcı bir eseriydi. Bu tabloyu yalnızlığı olabilecek en harika şekilde yansıttığı için beğenmiştim.
''Savaş geliyor.'' dedi düşünceli sesiyle.
''Bilmediğim bir şey söyle.'' dedim sıkıntıyla nefesimi vererek.
''Hmm..'' dedi derinden bir mırıltıyla, ''Seni artık tanıyamıyorum.''
Başımı kaldırıp soran gözlerle ona baktım,
''Bu da nereden çıktı?''
Gözlerini tablodan ayırmayarak omuz silkti ve devam etti,
''Şuan bedenin yanımda, ruhun değil.'' demiş ve delici bakışlarını gözlerime dikmişti, ''Ve en önemlisi, bana hiçbir şey anlatmıyorsun.''
Suskunluğumu sürdürdüğümü görünce devam etti.
''Bir şeyler olduğunu anlayabilecek kadar tanıyorum seni Jimin.'' Kahvenin en koyu tonlarındaki gözleri, beni bir kitap gibi okuyordu.
Belki de tamamen yalnız değildim..
''Ayh..'' diyerek kendimi koltuğa saldım yeniden. Şu saatten sonra Tae'ye Jungkook'tan bahsetmem gerekiyordu ve nereden, nasıl başlayacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
''Kafamı karıştıran biri var Tae..'' omuz silkip devam ettim, ''Bunu nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. O kadar da önemli biri değil zaten, yalnızca kafamı karıştırıyor.''
Tae'nin bana karşı olan hislerinin henüz tam anlamıyla son bulmadığını bakışlarından okuyabiliyordum. Eskisi gibi değildi belki, ancak hala daha oralarda bir şeyler vardı ve bu şeyler beni biriyle paylaşabileceği türden hisler değildi. Bu nedenle gereksiz ayrıntılarla onu üzmem, en azından şuan için lüzumsuzdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MILITARY || kookmin
FanficJungkook askerlik görevini yapmak üzere ordu tarafından çağrılan, hayatının baharında bir gençtir. *Smut içerir*