Jungkook
Tam yirmi bir gün olmuştu.
Yirmi bir gündür yılmaksızın Jimin'in peşinden koşturuyordum.
Son konuşmamız üzerine bana karşı çelikten duvarlar örmüş, ona ulaşmamı tamamiyle imkansız hale getirmişti.. Ancak beni yıldırmayı henüz başaramamıştı.
Yüreğimde dolup taşan bu yeni hisler fazlasıyla talepkardı. Öyle ki, beni ''Bizim burada olduğumuzu tüm dünyaya göster!'' dercesine yönlendiriyor, çeşitli eylemlerde bulunmaya itiyordu. Derinlerden gelen bu güçlü dürtüye karşı koymam imkansızdı. Hatta aksine bu dürtüye boyun eğmenin, bazen nefes alamayacak kadar göğsümü dolduran bu hisleri eyleme dökmenin keyif verdiğini bile söyleyebilirdim.
Ona karşı hissettiklerimin milyarda birinin bile şimdiye dek yüreğime uğramadığı bir gerçekti ve ben bu yeni tanıştığım hislere gerekli değeri vermekte kararlıydım.
O'na gereken değeri vermekte kararlıydım.
''Dostum, hiç iyi görünmüyorsun.'' dedi Jungwoo alnıma elini koyup ateşimi ölçerken. Elini ittirip önümdeki otları yolmaya devam ettim.
''Abartma Jungwoo.''
İçten içe hiç de abartmadığının farkındaydım. Alnımdan terler boşalırken kendimi git gide daha da halsiz hissediyordum ancak görmezden gelirsem beyin gücümle iyileşebileceğimi düşünüyordum. Malum, şuan hasta olmanın hiç de sırası değildi.
Jimin'in haftalık programını gerek yakın takiplerimle, gerekse her sabah ofisindeki her kağıdı detaylıca inceleyerek tam anlamıyla ezberlemiştim. Haftanın üç günü erkenden kalkıp (evet, şafaktan da erken) atış talimi yapmaya gittiğini fark ettiğimde takip edebilmek için alelacele saçlarımı kurutup çıkmamdan olacak, üşütmüş olmalıydım.
Ayrıca her sabah aynı saatte ofisine uğruyor, masasına bırakılmış birkaç evrağı incelerken onun için hazırladığım yasemin çayını görmezden geliyor ve derslere girmek üzere ofisi terk ediyordu.
Birkaç kez derslere girmeden önce ofisten gerekli kitapları taşımasına yardım etme teşebbüsünde bulunmuştum. İfadesiz bir suratla yüzüme bakmış, kitapları götürmemde bir sakınca olmadığını söylemişti. Yol boyunca da bir daha tek kelime bile etmemiştik.
''Hey Jungkook.. İyi misin?..'' Göz kapaklarıma bindirilen yüklerle savaşırken Jungwoo'nun sesi giderek daha da derinlerden gelmeye başlıyordu. Elimle yerden destek alarak çömelmiş olduğum yerde düşmemeye çalıştım. İki el sırtımdan destekleyerek düşmemem için çabalıyordu. Hayır, hayır, hayır!.. diye sayıklıyordum içimden, Jimin yarım saat sonra derse girecekti ve yolduğumuz otların bitmesine çok az kalmıştı. Belki bir kez daha kitapları taşımasına yardım ederdim...
''Komutanım! Jungkook fenalaşıyor!''
Bilincim tamamen kapanmadan önce duyduğum son sözler bunlar olmuştu.
**
Aniden açılan kapı sesiyle uyandığımda birilerinin konuşuyor olduğunu fark etmiştim, ancak kafamı bir türlü toplayamıyor ve konuşulanlara odaklanamıyordum. Yeniden uykuya dalmamak için savaşırken boğuk sesler biraz olsun netleşmişti.
''...Durumu nasıl?''
''Ateşini düşürmeyi başardık efendim, şimdi uyuyor.''
''Pekala, gidebilirsin.''
Kapı sesinin ikinci kez duyulmasıyla gözlerimi aralamaya çalıştım. Faydasızdı. Milyonlarca küçük adam göz kapaklarıma asılıyor gibiydi. Pes edip ağırlığa karşı koymamaya karar verdim ve öylece uzanmaya devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MILITARY || kookmin
FanfictionJungkook askerlik görevini yapmak üzere ordu tarafından çağrılan, hayatının baharında bir gençtir. *Smut içerir*